Dilim dilim dilindik
Dilimizin sadeleştirilmesi, halkın dilinden uzak yabancı kelimelerin ayıklanması harekâtının başlaması Cumhuriyet'ten çok öncedir. Harflerin değiştirilmesi de çok önce tartışılmıştır. Onun için kimse Cumhuriyet kuruldu böyle oldu, demesin.
Cumhuriyet gelinecek zarurî nokta idi. M. Kemal çıkmasa başkaları çıkacak ve dünya nizamına ayak uyduracaktı. Gidiş "Cumhuriyet"e idi. Sovyetler Birliği'nde o dönem, seçme seçilme hakkı bulunmayan oligarşik tek parti yönetimi olduğu hâlde adı "Cumhuriyet"ti. Bu örnek her şeyi anlatmaya yeter.
Nâzım Hikmet, hâlâ ülkemizde, kültürümüz üzerine abanmış bir heyula olduğu için, örneği ondan verdim. (Mehmet Gül rahmet istedi. Nâzım Hikmet'in kitabını yazdı, belli çevrelerin görmezlikten geldiği bilgileri, belgeleri ortaya koydu. Nur içinde yat arkadaşım.)
N. Hikmet'in de doğruları olduğunu kabul edelim. Nedir o doğrular? Meselâ Türkçemiz üzerine söyledikleri. Dün Aydemir Balkan'ın "Tanıdığım Eşsiz İnsanlar" kitabından bir örnek verdim. Vâlâ Nurettin Vâ-Nû'nün "Bu Dünyadan Nâzım Geçti" kitabından, H. Hikmet'in Türkçemize dair sözlerini aktaracağım. Vâ-Nû, N. Hikmet'le daha 19-20 yaşlarında Millî Mücadele'ye katılmak için Ankara'ya geçmiş, Ankara onları öğretmen olarak Bolu'ya göndermiş, onlar ise, Moskova'ya kaçıp KTUV'da komünistlik öğrenmeyi tercih etmişlerdi.
Vâ-Nû, Nâzım deyip yatan, Nâzım deyip kalkanların pek hoşlanmayacağı, içten, tatlı dille Nâzım Hikmet'i anlattığı kitabında, "Şair Türkçeyi Nasıl Görüyor?" ara başlığı altında onun Türkçemiz hakkında fikirlerini vermiştir:
"...Seninle evvelâ şu dil meselesini konuşalım. Halkın diline girmiş en koyu Acemce ve Arapça kelimeleri halkın dilindeki şekliyle kullanacağız: Meselâ, meselâ ve mamafi, mümkünü yok filân gibi. Bunları atmak mânâsız. Hattâ bunları atmaya kimsenin hakkı yok. Hattâ bunları aydınlarımız atsa bile halkın dilinde yaşayacağına göre atılmış sayılmazlar. Yine halkın dilinde olan, yazı dilinde olmayan Türkçe kelimeleri de alacağız. Dilin zenginleşmesi bu yönden olacak. Yâni hem taraf, hem yön sözlerini kullanacağız. Çünkü halk ikisini de kullanır. Gerekirseyi de kullanacağız, icabederseyi de. Çünkü halk ikisini de kullanır. Fakat büyük bir ehemmiyeti haizdir, demeyeceğiz. Büyük bir ehemmiyeti vardır, diyeceğiz. Gerekirse uydurma olmakla beraber -çünkü ben pekâlâ uydurma, iyi uydurma sözlerin yaşayacağına kaniim- büyük bir önemi vardır da diyeceğiz. Şiirin ayrı dili, nesrin ayrı dili vardır diye bir şey kabul etmiyorum. Bundan dolayı şiirde yapılan denemeleri, hikâye dilinde, roman dilinde de yapabiliriz. Bütün iş dilin tazeliğindedir. Taze gıcır gıcır bir dil kullanacağız. Bunun için de bir yandan taze, canlı sözler, bir yandan da taze cümle kuruluşları bulacağız. Kısaca söylemek lâzım gelirse, sözlerle, cümle kuruluşlarıyla münasebetimiz pasif değil, aktif bir münasebet olacak. Yalnız konuştuğumuz dili yazmayacağız. Konuşmamızı esas olarak alacağız fakat bu temelin üstünde biz yeniden bir dil yaratacağız. Nasıl, sanat eseri, tabiatın, cemiyetteki hâdiselerin, insanın sadece bir kopyası değilse, dilde de öyle. Sadece bir kopya olmayacak. Ağzımıza geleni yazmayacağız.. Yazılması gerekeni yazacağız. Gerektiği gibi, yâni anlattığımız hâdiseye en uygun şekilde yazacağız. İşte, kısacası söylemek istediklerim. Elbetteki bu bahis dallı budaklıdır. Çok su götürür. Fakat dediğim gibi, bence esas mesele, üslubumuzdaki yaratıcılığımızdır..."
Ömer Seyfettin Türkçemizin yolunu çizmiş, ölçüyü koymuştur. N. Hikmet, Ö. Seyfettin'le uyuşuyor.
Dilim dilim dilindik. Madem "Türkçe Yılı" ilan edildi, particiliğin, ideolojilerin üzerinde bir yol belirleyelim.