Devr-i Hamîd derken
TBMM Başkanlığı'nın Abdülhamîd'le ilgili bir toplantı düzenlemesini anlayabilmiş değilim. Bunlar üniversitelerin işi...
Türkiye şu anda 3. Dünya Savaşı'nın içinde... İç düşman dış düşmanla sırt sırta veriyor. Üstelik TBMM binası bombalandı ve bir kısmı yıkık hâlde. Maksat Osmanlıcılık-Cumhuriyetçilik tartışmasının alevlendirilmesi... Millî Görüşçüler'de Osmanlı bir saplantı.
Abdülhamîd'in diğer padişahlardan farkı manevra kabiliyetinin yüksek olması...
Geçmişi günümüze göre değerlendiremeyiz ama geçmişi bilmeden günümüzde bir hal yolu bulayız.
Mustafa Kemal, Nutuk'unda yeri gelir, "İslâmın ilk asırdan beri, şeref ve hak din nâmına cihat eden milletimiz..." (1927, s. 420) der, yeri gelir, "Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vâzı'u'l-yed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idâme eylemişlerdi." (s. 494) der. M. Kemal'in görüşü doğru mu? (Bu sıra aklım Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında... İnceliyorum. Kuruluş yılları da o kadar tartışmalı ki, Abdalân-ı Rum, Bacıyân-ı Rum gerçekten var mı? Devletin kuruluşundaki rolleri nedir? Abdalân-ı Rum'dan artık bahsediliyor ama ya Bacıyân-ı Rum? Böyle bir zümre görülmüyor bile... Hele "gaza ruhu"ndan ne anlamalıyız? Yakında meseleyi burada ele alacağım.)
Abdülhamîd'in, "Müslümanların ittihadı" siyasetini "İslâmcılık" sanmasalardı, şu anda iktidarda olan "Millî Görüşçüler" bu kadar Abdülhamîd'e sarılırlar mıydı? İttihat ve Terakki'nin de önceliği "Müslümanların ittihadı" idi. ("Enver Paşa ve Dönemi"nde ayrıntılı verdik.) Ama İslâm anasırın yaşadığı topraklar bir bir koptu. (Bu arada: "Türk milleti" yerine, "İslâm milleti"ni ikame etmek isteyenlerin, sapla samanı, elmayla armudu ayırt edemediklerini belirteyim.)
1878 Berlin Muahedesi'nin (Antlaşmasının) maddelerini inceleyin; nelerin kaybedildiğini ve nelerin kaybedilişine kapı aralandığını göreceksiniz. Abdülhamîd, al senin olsun diye kimseye bir şey vermedi. Ama şartları da değiştirecek güce sahip değildi.
II. Abdülhamîd'in asıl mahareti, Osmanlı'yı, her tarafından didiklendiği hâlde, ayakta tutabilmesidir.
Pek bahsedilmez. Bu köşede kaç defa yazdım. Abdülhamîd 1876 Kanun-i Esasî'sine (Anayasasına) "Türkçe"yi sokmuştur, TBMM'de, memuriyette sadece Türkçe konuşulacaktır!
Şimdi ise, sırf PKK'lılar istedi diye mahallî dil öne çıkarılmış, Anayasa'da olmayan bir hak verilmiştir. (Anayasa'nın 2., 42., 66. maddeleri çok açık.) Bir kaymakam, kayyım tayin edildiği ilçede, mahallî dille, Ermeniceyle yazılı "Belediye Başkanlığı" tabelasını indirtmiş, İçişleri Bakanı, "İşgüzarlık etme!" diye kaymakamı azarlamıştır. Devlet böyle yönetiliyor! PKK ile böyle mücadele ediliyor! Sevsinler sizi!...
Abdülhamîd diyorsunuz ama, ağzınızdan hamaset akıyor sadece; onun etnisitelerin kaynadığı Osmanlı sahasında "Türkçe"de neden ısrar ettiğini düşünmüyorsunuz, kafa yormuyorsunuz.
İlmî çalışmalara bakalım... Çıkan neticelere hepimiz razı olalım. İsterseniz översiniz, isterseniz yerersiniz. Bilmeden ne övün ne yerin.
Not: Abdülhamîd dönemini enine boyuna masaya yatıran ilk sempozyumu Erciyes Üniversitesi yapmış ve tebliğler beş ciltte toplanıp yayınlanmıştır (Devr-i Hamîd-Sultan II. Abdülhamîd, 2011).