Demek çözümsüz kaldık
Meğer yıkıcımız aslında kurtarıcımızmış. Anlayamamışız. Nereden bilelim. Bizde devlet aklı yok ki. Yanlış anlaşılmasın yıkıcılıktan kastım, ekonomi, tarım, işsizlik, Suriye bataklığına saplanmışlığımız vb.
Türkiye’yi getirdikleri hâlihazırdaki durum. İçinden çıkamadıkları mali, siyasi çöküşün bedeli. Bu faturanın millete maliyetinin ta kendisi.
Bu yıkım değil de nedir?
Bakınız son resmî açıklamalara.
Türkiye’de mali yardım almadan geçinemeyen nüfusun genel nüfusa oranı nedir?
“Milletimiz, milletimiz” diyerek oyunu aldıkları halkın yarıya yakını, tüm itirazlara rağmen bilerek isteyerek gerçekleştirilen ekonomik yıkımın, ağır yükünü taşımak mecburiyetinde bırakıldı. Seçimden sonrasını aydınlık gösteren kimse yok.
Şimdi Bahçeli diyor ki: “Buradan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sesleniyorum. Ayrılamazsın, Türk Milleti’ni yalnız bırakamazsın.”
Cumhurbaşkanı da “Bu benim son seçimim” dedi.
Bahçeli, sözü daha ileri bir noktaya taşıdı: “Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”
İster istemez, acaba kimden ve neyden bizi kurtaracak merak ediyorsunuz. İşin içinde kurtarmak olduğuna göre, demek ki, millet olarak büyük bir savaşın ortasındayız da cehaletten haberimiz yok. Aranan kahraman da “bu benim son seçimim” diyerek veda mesajı veriyor. Bu durumda kurtarıcımızı gönderecek değiliz herhalde.
Ne yapalım öyle ise?
Bir kere daha seçelim.
Nasıl olacak o iş?
Anayasa nasıl olacağını gösteriyor. Erken seçim kararı alırsınız, yeniden seçime girme hakkınız olur.
Ne demiş akıllı adamlar: “Demokrasilerde çare tükenmez!”
Böylece seçimden sonra tartışma konularımıza bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Biz ne demiştik birkaç gün evvelki yazımızda: “Duy da inanma.”
Neden böyle söylemiştik?
Erdoğan’ın “Son seçimimim” lafı üzerine.
Şimdi ne diyor büyük ortak Bahçeli: “Bizi bırakma!”
Ee, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemini kim için önerdi büyük ortak?
Erdoğan için.
Önerirken ne dedi?
“O mevcut sisteme uyamıyor, öyle ise ona göre sistem yapalım.”
Uğruna parlamenter sistemi değiştirmeyi önerdikten sonra yapılan referandumla bunu başarmışken, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk kurucu önderini ve fikir babasını neden mahcup edelim?
Diyeceksiniz ki halk yoksullaştı.
Derim ki nereden baktığınıza bağlı.
Saraydan bakarsanız kesinlikle bir yoksullaşma göremezsiniz. İsterseniz kendilerine sorun. Ama mahalle pazarından bakarsanız hâliyle durum içler acısı.
Üst bürokrasiye bakarsanız çifter maaşlı insanlar görürsünüz. Mevcut sistemin adamları.
Emekliye bakarsanız, onlar isteseler de sistemin adamları olamıyor. Çünkü sistem onları dışarı itiyor. Ama içlerinden pek çoğu iktidara oy verip “Al ülkeyi benim adıma sen yönet. Yetki senindir” diyen insanlar. Onlar da, ekonominin sıcağı üzerlerine düşmezden ve haşlanmazdan evvel, bütün uyarılara aldırmayanlar. Onların aklı hâlâ geleneksel sağ siyaset üzerinden Cumhur İttifakı’na doğru eğik dursa da, ekonomi fırını harlandıkça, ortaya doğru kayıyorlar.
Kayıyorlar da yöneldikleri ve kaydıkları orta alan boş. Tam dolacakken, yeniden boşaldı. Böylece siyaset, özellikle de merkez siyaset, doldurulamadığı için halkımız çaresiz durumda.
Peki sol?
Oraya gitseler?
Sol, sözel olarak halkçı olduğunu söylese de psikolojik olarak, kültürel duruş ve temsil olarak halkla yeterince bütünleşemiyor.
Böylece Türkiye’de halkın aradığı muhalefet görünür hâle gelemedi.
İşin içine siyasi maymuncuk olarak DEM (bölücülük) de girince, insanlar, “Allah kahretsin” diyerek, kendini ateşe attı.
Ne olacak?
Aklı başında, çözümcü, merkezi toplayacak bir lider ortaya çıkıncaya kadar yanacağız yanmasına da, ülkenin hâli ne olacak? Asıl soru bu. Çünkü milliyetçi kesim dâhil toplumun önüne herkesi kurtaracak bir formül koymayı düşünmüyor.
Çözümsüzlük çözüm değildir.