Cumhuriyeti kabullenemeyen zihniyetin kökleri

Aradan neredeyse bir asır geçti ama öfke, nefret, düşmanlık bitmedi. Hâlâ Cumhuriyet karşıtlığı devam ediyor. Bunun apaçık örneğini dünkü gazetelerde gördük. Cumhuriyet bayramını yok sayıp okuyucusuna da kendi duygu ve inançlarını satan gazeteler, sadece nefreti satmakla kalmıyor, aynı zamanda gelecek nesillere de aktarıyor.

Acaba Cumhuriyet, bu adamlara ya da kadınlara ne yaptı?

Cumhuriyetin 98''inci kuruluş yıldönümünü kutladığımız şu günlerde Türkiye yine kendiyle dalaşıyor. Kendi enerjisini asıl büyük hedefe yönelterek "muasır medeniyete" ulaşacağı yerde, içte ve dışta sorunlar yaratıp onunla boğuşuyor.

İçinde bulunduğumuz vaziyetin zihniyet köklerine bakmamız lazım.

- En başta rejim sorunu var. Bunun bir ucu egemenlik sorununa kadar gidiyor.

Hâlbuki halk, sistemin bizzat hem sahibi, hem iradesiyle varlığının teminatıdır.

Halk, Kurtuluş Savaşını veren askerlerin ta kendisi, geride kalanların evladıdır.

Aynı zamanda halk, TBMM''de karar verici olarak kendi geleceğine (kaderine) hükmeden, bizzat savaşı yönetendir. Bu sebeple meclis demek halk demektir.

Meclis de Kurtuluş Savaşının yöneticisidir. Bu sebeple parlamenter sistemi savunuyoruz. Onu savunmak demek kurucu aklı, kurucu toplumu, devleti var eden iradeyi savunmak ve kabullenmek demektir.

Buradan da anlaşılacağı gibi rejimin sahibi, devleti kurtaran ve yeniden var eden Kurtuluş Savaşı veren halk ile onun önderleridir. Kurucu irade, rejime "Cumhuriyet" adını verdikten sonra, niteliklerini anlatırken; "halkın kendi kendisini yönetmesidir" diye tanımlayarak, demokrasiye yönelen bir rejim kurmuştur. Halen daha başka rejim peşinde koşanlar (padişahçılar, siyasal İslamcılar ve sosyalistler), artık Kuvayı Milliye''nin zaferini içlerine sindirmelidirler.

- Cumhuriyetin eğitim sorunu var. Bu sorunla rejim sorunu arasında da doğrusal bir ilişki var. Rejim sorununu besleyen en önemli kaynak eğitimdir.

Açıklayayım:

Türk devlet geleneğinin ve aynı zamanda yönetim tarzının en büyük eksiği "kendini bilmeyip dışarda bırakmaktır."

Ne demek bu?

Şu demek: Türkler, devletler kuruyorlar, bu devletleri yönetiyorlar, yönetirken nice toplumları kendi idarelerine sokuyorlar ama sıra eğitime geldi mi orada hâkimiyeti başkasına veriyorlar. Türk eğitim sistemine hiçbir zaman Türkçe egemen olmadı. Ta Karahanlı medreselerinden başlayarak eğitim dili Arapça oldu. Öyle ki kendilerine, tıpkı Türkler gibi peygamber gelmemiş olan Farslılar, Farsçayı, bütün medreselerde hâkim kılarken, Türkler, hükmettikleri kendi devlet ve topraklarında Türkçeyi halk dili olarak dışarda bıraktı.

Eğitim dili Arapça olunca, dinin yaşam tarzı, yorumu, algısı da Arapça (Arap İslam anlayışı ve kültürü) olarak kabul gördü. İşte bu dindarlaşma sorunlu bir dindarlaşmaydı. Ve medreseler, doğru Müslümanlığın böyle olduğunu öğreterek, süreç içinde herkese "doğru İslam" yorumu olarak gösterdi.

Böylece dinin, Arap kültüründen arındırılmış, salt ilahi mesajı ile Arap coğrafyasında o kültürle harmanlanmış İslam algısı, dinin kendisiymiş gibi anlatılarak, Türk coğrafyalarına taşındı. Sonra buna Farsçayla birlikte Farisi etkiler eklendi. Sonuçta Türkler, bir türlü kendi özgün İslam yorumunu eğitime yansıtamadılar. Türk devletleri, 20. Yy da kısmen, ondan önce kesinlikle Türkçe ile öğretim yapan eğitim kurumsallaşmasını sağlayamadı.

Yanlış anlaşılmasın. Din kültür ilişkisinde ise İslam Türk kültürüyle hiç bütünleşmedi, tamamen yabancılaştık demek istemiyorum. Lakin eğitim felsefesi bakımından, İslam yorumu olarak etkisi alt düzeyde kaldı diyorum. Hâkim olamadığını anlatmak istiyorum. Yoksa din kültür ilişkimiz elbette bütünleşme özelliği göstermiştir. Mesela biz, çocuğumuz sınav kazansın diye yatırın/mezarın etrafından döner (yuğ törenleri), denerken de Kuran okuyarak (İslam) dua ederiz. Kısacası dönerken şaman, dua ederken de Müslüman oluruz.

Türkiye''de medrese eğitiminin yarattığı zihniyet, bir çeşit Taliban zihniyetinin çizdiği daraltılmış sosyal yaşamı ifade eder. Noksanlık üzerine kuruludur. Resim, müzik, kadın hakları, heykel tiyatro gibi hayata kapalı dini yaşayışı önermektedir.

Cumhuriyeti 98 yıldır bir türlü kabullenemeyen iki temel çelişkinin (rejim ve eğitim) zihniyet kökleri işte ta buralara dayanıyor. İşte bu sebeple Cumhuriyetin, toplumun huzuru için iyi bir dini eğitim düzeni kurması gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları