Buraya, yanıma gelin! Başsağlığı dileyeceğim!
Türkiye yanıyor. Çare araması gereken zat çay fırlatıyor. Bu normal değil. "Akıl tutulması" desem... Demeyeyim! "Şaşkın... ördek... tersin tersin..." desem, hayır bunu da demeyeyim!
Marmaris''te yangını söndürmek için canlarını ortaya koyanlara yangınlara dalarak motosikletiyle su taşıyan 25 yaşındaki gencimiz dumanın da tesiriyle kaza yapıyor ve hayatını yitiriyor. Bir de çocuğu varmış. Çocuk kaç yaşında olur ki... bir veya iki... Çok üzücü.
"Bizimki" gencin ailesine baş sağlığı dilemiş. Ama nasıl? Aileyi kaldığı yere getirtmiş. Ne olursa olsun baş sağlığı dilenecekse, aile kaldığı mekânda ziyaret edilir. Anadolu geleneğinde böyledir. Baş sağlığı dilenirken de Kur''ân okunur. Çok yerde baş sağlığına müezzinle veya ehil kişiyle gidilir. "Bizimki" ehil kişi olduğu için, ayağına çağırttığı demeyeyim, ağır olur, "güvenlik endişesi"yle yanına getirttiği aileye baş sağlığı dilerken Kur''ân okumuştur herhâlde.
Yangın bölgelerindeki arkadaşlardan da haberler alıyoruz. Tarihimizde görülmemiş yangınla karşı karşıyayız.
Manavgat''ta, darbeci cemaatle irtibatlı olduğu, darbecilerin başıyla mektuplaştığı iddiasıyla tutuklu bir eski "gazeteci"nin evi de yanmış. Çok ev yandı. Ev içinde insanlar da yandı. Bu eski "gazeteci"nin evinin bir özelliği kıymetli kitaplarının olmasıymış. Bazı kıymetli kitapları yine bulursunuz ama yanan yazma eserler.
Eski İstanbul yangınlarını okumuşsunuzdur. Çoğu ahşap, üst üste binmiş evler. Biri tutuştu mu, bütün semti sarıyor.
Reis Bey''in paket çay ikramını, taziye için yanına getirtmeyi okuyunca eski İstanbul felâketlerinde, padişahlar ne yapmış, diye merak ettim.
2 Eylül 1633''te Cibali''de çıkan yangında bin ev kül oluyor. Tahtta oturan IV. Murat, yangını fırsat biliyor. Ağır yasaklar getiriyor. Yangını tütün içenler çıkardığı iddiasıyla tütünü yasakladığı gibi; serseriler, ayyaşlar zıkkımlanıyor, diye kahvehaneleri, meyhaneleri kapatıyor.
O tarihlerde "rant" meselesi var mıydı? Yanan yerlere "Saray"ın kayırmasıyla birileri çöküyor muydu? Belki... Padişah "tek adam". Ona yakınlık "imtiyaz" demektir.
Siz Kanunî Sultan Süleyman''ın sel tehlikesi atlattığını biliyor musunuz? Kanunî, Halkalı Deresi''nde ava çıkmış. Birden yağmur bastırıyor. Buradan Yeşilköy tarafına geçiyor. Öyle bir şiddetli yağmur ki, Padişah''ın bulunduğu yeri de alıp götürecek. Güç belâ kurtuluyor.
Geçmişte Balat''ta Yahudiler ağırlıklıydı. 9 Ağustos 1721''de, bir Yahudi''nin terzi dükkânında çıkan yangın her tarafı sarıyor. 140 dükkân, 100 ev kül oluyor.
Lale Devri. Padişah III. Ahmet, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa. Padişah, yangın haberini alır almaz, atlıyor saltanat kayığına, Haliç''ten Balat''a geliyor. Karaya çıkmak istiyor ama Damat İbrahim Paşa, "Aman padişahım, her yer yanıyor. Başınıza bir iş gelir. Memleket padişahsız mı kalsın!" diyor. Padişah yine dönmüyor. Kayığında yangını hüzünle seyrediyor. Elinden gelebilen duadır. O da dua ediyor.
Eksantrik Cübbeli Ahmet''imiz Türkiye yanarken ne diyor: "Herkes ''Allâhu Ekber'' diye tekbir getirmeye devam etsinler. Kafirlerin planı Allâh''ın kudretini geçemez." Bir de hadis-i şerif veriyor. Hadiste tekbir getirin, yangın söner, deniyormuş.
Böyle hadis olduğuna siz inanıyor musun?! Binlerce hadisten bahsedilir. Mümkün mü?
Milyonlarca insan tekbir getirdi, ama yangın devam ediyor.
İnsanların inancıyla oynamaya hakkınız var mı?
Yangın ve din bağlantısına devam edeceğiz.