Böyle olacağını biliyorduk
Bu hale geleceğini biliyorduk. Kaç kere geleceğin habercisi olduk. Tedbirlerin alınması gerektiğini de yazdık. Kim duydu sesimizi?
Hiç kimse! İşte onun için bu ayrım noktasındayız. İnsanlar arasında istediğiniz duvarı örün, istediğiniz ideolojileri aralarına sokun. Bir kısmını koparır alır, kendinize taraf yaparsınız. Ancak bütünü üzerinde etkili olmanız kesinlikle mümkün olmaz.
Peki, hangi toplumsal şey bir bütünü kesin olarak ayırır?
Dil! Evet, sadece dil bir bütünü ötekilerden tamamıyla ayırır ve birbirine benzemez yapar. Çünkü dil sadece anlatım ve iletişim aracı değildir, beyni yöneten düşünme aracıdır. Dili ayırdınız mı düşünceyi ayırmış olursunuz. Böylece kardeş toplumlar birbirlerini anlamaz, birbirleri gibi düşünmez ve birbirleri ile anlamsal bağ kuramazlar.
BDP’nin “biz bölünmek istemiyoruz” diyerek güya ülkenin coğrafi sınırlarını korumak istediklerini belirten sözlerinden sonra “iki dilli olsak ne olur” sorusunun Türkiye’yi getireceği nokta nedir biliyor musunuz?
Kesin ayrışma ve kopma!
İnsanlar beyin olarak birbirine yabancılaştı mı, fiziksel/coğrafi sınırların hiçbir önemi kalmaz. Çünkü insanları bir arada tutan coğrafi sınırlar değil, beyinlerdir ve o beyinlerin birbiriyle uyumlu olmasıdır. Hukukta bunun adına “birlikte yaşama iradesi” diyorlar. İşte o sebeptendir ki coğrafi birliktelik, beyinler birbirini istediği, birbirini benimsediği ve kabullendiği için vardır.
Dil, aynı dünyaların insanı olmamızı sağlıyor. Bu sebepledir ki dünyanın bütün devlet olmuş toplumlarında, siyasal sistemler, iki dilli olmayı değil, tek dilli olmayı önemsiyor.
Türkiye’yi sekiz yıldır yöneten iktidar, bölücülüğü siyasal alana taşıyarak meşrulaştırdıktan sonra, ayrılma taleplerine varan yolu güvenli bir koridor haline getirdi. Bölücülük tüm toplumsal alana buradan yayıldı. Oluşturulan yeni ortamın getirdiği propaganda serbestisiyle, Kürt kitlelerini bilgilendirme ve bilinçlendirme yolunda bölücülük epey mesafe aldı.
Bu fiili duruma, bir de parti kapatmanın önündeki engellerin kaldırılması gibi hukuki zemin de eklenince, bölücülüğün önündeki engeller kaldırılmış oldu. Dahası, bölücülük, devletin bilgisi dâhilinde ve herkesin gözü önünde hapishaneden yönetilir olunca, devleti de tehdit etmeye başladı.
Tüm bunlar en sonunda birilerini “iki dilli, özel güvenlikli ve ayrı bayraklı” taleplere ve böylece alenen devletleşmeye yöneltti.
1829’lardan bu tarafa sürüp gelen ayrılıkçı isyanlar, tüm zamanlar içinde hep bastırılmış ve devlet gücü, kamu otoritesi egemen kılınmıştı. Bastırma ve kamu otoritesini egemen kılma politikası, Osmanlı Devleti zamanından Erdoğan hükümetleri dönemine kadar etkin bir şekilde değiştirilmeden sürdürüldü. Geleneğin bozularak yerine yeni siyasetin ikame edilmesiyle birlikte ayrılıkçılık, açıktan, devleti, kurulu düzeni ve elbette bu düzeni yürüten hükümeti tehdit eder boyuta geldi. Tarihi süreç içinde birkaç aşiret dışında büyük Kürt gruplarının itibar etmediği ayrılıkçı fikirler, demokratik düzen içinde açılan siyasal boşluk sebebiyle, tüm kesimlere yayıldı.
Özerk, kendi polisi olan, kendi bayrağı bulunan ve kendi dilinde eğitim veren bir toplum kurmaya razı oldunuz mu, coğrafi sınırlarınızın ömrü en fazla bir iki kuşak olur. Kuşaklar eğitilip, yabancılaştıkça, birbirini anlamazların coğrafyası kendiliğinden ortaya çıkar. Böyle bir coğrafya tek başına nasıl ülke bütünlüğünü sağlamaya yetecek? Varsayalım ki yetti, nasıl herkesin vatanı sayılacak ve eski sıcaklığını verecek?
Bu durumda “Türkiye bölünür” dediğimizde “hayal kurma” diyenler, “görmüyor musunuz, Amerika 50 devletten oluşuyor. Biz neden bölünüyor muşuz” diyerek kurulu sistemi beğenmeyenler, bize eski vatanımızı geri verebilecekler mi? Kesinlikle hayır!