Alparslan Türkeş'e dair (2)

Alparslan Türkeş konusuna devam edeceğiz. Ama Türkeş'in ifrit olacağını adım gibi bildiğim bir "cambazlık" üzerinde duracağım:

R. T. Erdoğan 1 Nisan 2017 günü Diyarbakır'da "Dikkat ediniz. Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz. Çerkez, Laz, Boşnak, Roman demiyoruz. Hepsini birden içine alan bir ifade kullanıyoruz. Tek millet, diyoruz. 80 milyonuyla tek millet" dedi. Ertesi gün (2 Nisan 2017) Ankara'da "16 Nisan geliyor, Türk milleti, 80 milyon, inşallah bütün Batı'nın liderlerine en büyük dersi verecek." dedi. (İnşallah 80 milyon Türk milleti, 80 milyon kere "hayır!" der ve tipik bir Orta Doğu, tipik bir Orta Asya ülkesi olmamızın önüne geçer!)

Türkiye'de milleti 36 dilime ayıran kendileri... İnsanları "tek" gösterirken bile sıralamaktan geri durmuyor. Artık karar vermeli. Tek millet=Türk milleti, tek devlet=Türk devleti, tek bayrak=Türk bayrağı, tek vatan=Türk vatanı. Kaçış yok. Temrin etmeli, dilini alıştırmalı!)

Eski Adalet Partisi milletvekili Cevdet Perin'in 1969'da haftalık siyasî dergi Durum'da çıkan Alparslan Türkeş'le Paris'te neler konuştum?.." başlıklı yazısından bahsediyordum.

Türkeş, 27 Mayıs darbesini yapanlar arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden 13 Kasım 1960'ta, 14'ler olarak yurt dışına sürülenlerden. Hindistan'a elçiliğe müşavir olarak göndermişlerdi. Türkeş darılıp bir kenara çekilmiyor. Fırsat kolluyor. Bir ara Paris'e geçiyor, "kader" arkadaşlarıyla bir araya geliyor. O sıra milletvekili Cevdet Perin de Paris'tedir.

Biliyorsunuz, CKMP, Adana'da 8-9 Şubat 1969'da yapılan kongrede Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır. (Ayrıntılı hikâyesi bizim Türkeş'le ilgili kitabımızda.)

Cevdet Perin, ad değişikliğine bağlı olarak Türkeş konusuna giriyor:

"Bu kongre hakkında düşündüklerimi bu sü­tunda -gerekirse- ayrıca belirtmeğe çalışacağım. Bugün sadece, ihtilâlden sonraki bazı olay­lara ışık tutar maksadıyla, bu yeni hareketin önderiyle, sekiz yıl önce, gurbette yaptığımız konuşmayı anlatacağım. Aradan uzun zaman geç­tiği ve köprülerin altından bir hayli su aktığı için, intibalarımı anlatır ve yorumda bulunurken, ob­jektif ve tarafsız kalabileceğimi sanıyorum:

1961 yılı, Kasım ayının ortasındaydı. Seçim­lerden yeni çıkmıştık. Birinci A.P. - C.H.P. koa­lisyonu henüz kurulmamıştı. 27 Mayıs'tan sonra NATO toplantısına katılmak üzere seçilen ilk Türk Parlâmento heyetine ben de dahildim.

Paris'e vardığımız akşamın sabahı, erkenden odamın telefonu çaldı. Birkaç saniye sonra kula­ğımda şu kelimeler aksetti: 'Günaydın, Cevdet Perin Bey. Ben Albay Türkeş.'

Bu tok, gür sesi daha önce, bir gece yarısın­dan sonra, radyodan ihtilâl beyannamesini okur­ken dinlemiştim. Benim için beklenmeyen bir te­lefondu bu! Zira, ben eski bir 147'li, şimdi A.P.'li bir milletvekiliydim. O ise, beni kürsümden ve talebelerimden ayırarak haksız ve adaletsiz ta­sarruflarına bir tanesini daha ekleyen M.B.K.'nin eski üyesi, ihtilâlin 'Kudretli Albayı', şimdi sa­dece gurbette, daha doğrusu sürgünde bir emek­li subaydan başka bir şey değildi."

İkisinin aralarındaki konuşma şaşırtıcı. (Devam edeceğiz).

Yazarın Diğer Yazıları