Yüksek sesle konuşmayın demokrasi var
Ne zaman ülkenin derin meseleleri konuşulmaya ve hükümet köşeye sıkışmaya başlasa gürültülü bir ses ve ardından tehdit bulutları Türkiye’yi kaplıyor. Son WikiLeaks meselesinde de aynı oldu. Başbakan “İspat etsinler görevimi bırakırım” demedi sadece. Bir de gözdağı verdi. “Bir milyar doları var diyenler şimdi Ergenekon’dan yatıyor” dedi. Bu durumda verilen mesajı ve sonrasını anlayan anladı.
Sebahattin Önkibar, “sakin sakin dururken başbakan niye öfkelendi” diye soruyor haklı olarak. Öyle ya, “sonucu görelim” sakinliği gitmiş yerine gazetelere, yazıp konuşanlara azar gelmişti.
Hür basının olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Bu demokrasinin en temel gerçeği ama bir hakikat daha var ki o da tüm iktidarlar önlerinde engel istemezler. Karşı güç onları rahatsız eder. Çünkü iktidar, en üstün güç olan devleti kumanda ederek yönetme yetkisine sahip olmaktır. Yeryüzünün en önemli gücünü kayıp ettiğinizde geriye bir hiç kalır. Ne sözünüz geçer ne fikriniz önem taşır.
İşte, yeri geldi mi herkesten fazla demokrat kesilenlerin, birden bire öfkelenmesinin temelinde, gelmiş geçmiş tüm zamanlar içinde insanlığın oluşturduğu sonra da adeta kutsallaştırarak boyun eğerek itaat ettiği “iktidar ve onun varlık sebebi olan gücü kayıp etme” korkusu yatmaktadır.
İktidar sertleşerek herkesi suçluyor: Çünkü medyanın diline dolanmak demek, karanlığa fener tutulması demektir. Fenerin aydınlatıcı gücü sizi çırıl çıplak ortada bıraktı mı, haklı özellikleriniz varsa gururlanır, kusurlarınız sayılıp dökülüyor ve görünüyorsa öfkelenirsiniz.
Bu noktadan itibaren övünenler için yaşasın demokrasi, utananlar ve ayıbı görülenler için “kahrolsun basın” çığlığı başlar.
Böyle bir gelişme, “Şşiit! Kes sesini demokrasi var” demenin ta kendisidir.
Sen haklı olarak “demokrasi varsa sesimi niye kesiyorum” diye soracaksın. Hatta “tam da benim konuşmam gereken zaman değil mi” diye geçireceksin içinden.
Mümkündür. Buyur yap. Yap ama “bir milyar doları var” diyenlerin durumunu da hatırla. Demek ki iktidar demokrasisi buraya kadar. Gerisi tahammül sınırlarıyla ilgili.
Eğer WikiLeaks belgeleri olmasaydı biz iktidarın tahammül sınırlarının neyle sonuçlanacağını bilemeyecektik. Simdi biliyoruz. O sınır, “beni yazmayın, manşetinize taşımayın, aleyhimde olan gelişmeleri görmezden gelin” noktasına kadardır. WikiLeaks belgeleriyle siber âlemden Türk kamuoyuna yüklenen görev ise, çok daha başkadır. Onlar diyor ki: “Sizin özellerinizi tüm dünya ile eş zamanlı olarak küresel kamuoyuna açıyoruz. Elimizde daha başkaları da var. Kendi içinizde açıkladıklarımızı tartışın. Bizim amacımız, size sunduklarımız ölçüsünde tartışmanızdır.” MHP bu talebi reddetti: “Tartışmayız!” Ve İlave etti: “Biz başbakanın nasıl biri olduğunu biliyoruz. Bunu uluslararası bir kaynaktan öğrenerek içimize taşımayız.” Böylece MHP küresel yönlendirmeyi elinin tersi ile itti. Aslında CHP de “açıkla, yargıya git. ABD’yle hesaplaş” diyerek meseleyi tam anlamıyla sahiplenmedi. Fakat Başbakan öfkelendi. Öfkelenince de “konuşma sus” demokrasisi ortaya çıktı. Gerçi AKP kendine yönelik tüm eleştirilerde bunu hep yapıyor.
Siyaset, WikiLeaks belgeleriyle yerellikten/millilikten uluslararası alana taşındı. Bu siyasetin belirleyicisi de belgelerin kaynağı olan ülke oldu. “PKK Rusya’ya silah sattı” belgesinin ya da “Araplar İran’ı vurun dedi” hatta “başbakanın İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı var” türünden belgelerin açıklanması Türk kamuoyunu afallatıp şaşırtmaz. Dolayısı ile yaratacağı infial ABD’nin istediği şiddette olmaz. Eğer amaç başbakanın panik yapması, sağa sola tehditler yağdırmasını sağlamak idiyse bak işte bu oldu.
“Şşiit! Yüksek sesle konuşmayın demokrasi var!”