Yeni bir merkez sağ ihtiyacı
Kimse boş yere beklemesin. Türkiye’nin alacağı daha çook ders var. Mevcut Cumhurbaşkanı, hangi hükümet gelirse gelsin konumunu ve pozisyonunu değiştirmeyecek.
Yani?
Yani, siyasi çatışma ve kriz hep olacak.
Öyle ise koalisyonu kim kurarsa kursun, önünde iki muhalefet olacak. Birincisi elbette doğal muhalefet, ikincisi de Cumhurbaşkanının kendisi.
Ancak doğal muhalefetin yerine geçen ikincisinin muhalefet olmaması için yol kapalı değil açık.
Nedir o?
Şudur: Erdoğan vesayetini kabul ederek, yoluna sorunsuzmuş gibi devam edebilirsin.
Ya da?
Ya da, “Ben anayasada belirtilen sınırlar içinde bir cumhurbaşkanı istiyorum” dersin, o da “ben zaten anayasal sınırlardayım” diye cevap verir ve çatışma başlar. Ancak yaptığın her kanunu, aldığın her kararı kendisine götürür onaylatırsın iş biter, ortalık sakinleşir. Bu durumda asıl hükümet kendisi olur. Böylece kanunlarda yazılı olmasa bile fiili bir başkanlık sistemi kurmuş ve yürütmüş olur. Zaten istediği de budur.
Eğer onun vesayetini kabul etmez ve “yasalarda başka, uygulamamda başka bir rejim olmaz” dersen işin kötü. Cumhurbaşkanı, bu durumda anayasal sınırları içinde verdiği her iftarda, katıldığı bütün toplantılarda hem muhalefeti ve hem de kendisini dinlemeyen, itaat etmeyen hükümeti suçlar. Böylece işbaşındaki hükümet iki ana muhalefetle başarı göstermek ve girdiği seçimde kazanmak, veya kaybetmek durumunda kalır...
Türkiye’nin, Erdoğan cumhurbaşkanı olduğu sürece kim hükümet olursa olsun, işi zor. AKP’nin içinde bulunduğu bir hükümet olursa belki biraz şartları yumuşatabilir. Eğer AKP’nin içinde olmadığı bir hükümet işbaşına gelirse, bilsin ki en büyük muhalifi Cumhurbaşkanının kendisidir.
Kimse kusura bakmasın...
Türkiye’deki siyasal tıkanıklığın açılmasında cumhurbaşkanının varlığı ve rolü büyük önem taşımaktadır. Ve bizzat cumhurbaşkanının kendisi, yürüttüğü politikalarla rejim sorununa dönüşmektedir.
AKP’nin içine düştüğü bataklığın sebebi de tam olarak budur. AKP, kendi iç dinamiklerinden yeni bir çıkış yolu bulamazsa, tarihin çöplüğünde yerini alacaktır. Belki bu seçimde alacaktı, ancak AKP’nin boşluğunu dolduracak bir merkez sağ yoktu. Bu boşluğu MHP doldurma fırsatını yakalamıştı ancak MHP’nin siyasal yönetim kadroları, bulundukları yeri fazla bozmak istemiyor. Alan genişlemesi yapabilmesi için MHP’nin kendini gözden geçirmesi gerekiyor. Esasında AKP gerilerken, MHP’nin tam anlamıyla bir atak yapamamasının temel sebebi de bu. MHP, merkez sağı kendine çekecek nitelikli politika geliştirebilmiş değil. MHP, daha çok dar alanda, kalın çizgilerle yolunu sürdürmeyi istiyor. Hâlbuki; DP, AP, DYP geleneksel çizgisini temsil eden seçmen tabanının bir arayış içinde olduğu bu seçimde çok açık bir biçimde belirginleşmişti.
Erdoğan baskısından kurtulmak, MHP’nin esnemeyen kalın çizgileri arasına girmek istemeyen seçmen kitlesinin beklentisi, yeni bir merkez sağın siyasal alana giriş yapmasıdır. Lakin maalesef siyasal dinamikler, yeni bir merkez sağ üretemiyor.
Bir diğer önemli husus, AKP içinden böyle bir kanadın uç vermesi olabilir. Burada da Abdullah Gül başı çekebilir. Ancak, Abdullah Gül karar verme, etkin davranma konusunda oldukça dirayetsiz ve pasif bir kişilik sergiliyor. Bu durumda en yetersiz tohum odur. Asla yeşermez. Yeşerse bile beklenen siyasal dinamiği yaratmaya mecali yok. Cumhurbaşkanlığı sırasında onca hukuksuzluk karşısında etkili biri itirazı görülmedi.
Şimdilik siyasal manzara bu. Bekleyeceğiz.