Yard. doçentler dertli (3)
Akademisyenin yabancı dil bilmesi elbette önemlidir. Ancak doçentlik dilini verenlerin dil ile hiçbir ilişkisi kalmamaktadır. Tıp, teknoloji vb.. alanlarında uluslararası ilişkiler zaruridir; diğer branşlar için bir zaruret yoktur. Her türlü yayın, kaynak eser, yetkin öğretim üyeleri ülkemizde de mevcuttur. Batı dillerinde bu kadar ısrarcı olmak Türkçeyi unutturmaktadır. Ülkemizde akademisyen olduğu hâlde Türkçe ders anlatamayacak yüzlerce öğretim üyesi vardır. Başka hangi ülkede böyle bir manzara söz konusudur?
Daha önceki yıllarda dil şartı olmaksızın öğretim üyeleri doçent olmuşlardır. Şu an “prof.” unvanlı yüzlerce kişi dil ve tez şartını yerine getirmeksizin bu unvanı almışlardır. Doksanlı yıllarda Meclis’te yapılan bir düzenleme ile birçok vekile doçentlik unvanı verilmişti. “Bir doçentle yardımcı doçent arasında ne fark var?” diye sorarsanız; doçent dil sınavından 5-10 puan daha fazla almış kişidir. Eser, makale, tebliğ konularında hiçbir fark yoktur.
Öncelikle dil imtihanına bir alternatif aranacaksa bu yayın-performans alanında olmalıdır. Öyle her dergi, gazete makalesi, radyo konuşması değil; zira, pek çok akademisyen bu tip tam ilmî sayılamayacak, destek nitelikli çalışmaları, yayın olarak gösteriyorlar. Türkiye’de bir eserin yüksek derecede ilmî sayılabilmesi için, söz konusu çalışmanın TÜBİTAK indeksli bir dergide yayımlanması gerekiyor. Dilde zorlananlar için yüksek bir TÜBİTAK dizinli makale sayısı getirilebilir. (8-9 gibi) Böylece hem kişinin akademik performansı hem de yayının niteliği hususunda problem kalmaz. Dediğimiz gibi, bu rakam çok yüksek tutulmalıdır. Yoksa laf olsun diye bir sayı belirlenirse bu defa da kolaya kaçmak amacıyla kimse yabancı dilde eser vermez.
Ülkenin ilmî seviyesi yabancı dillerde, özellikle İngilizce, Almanca, Rusçada yapılmış yayınlarla ölçülür. Bundan taviz vermemek lazım. (Buna “Yabancı dille eğitim meselesi” konulu yazımda temas edeceğim.).
Dil puanı için çalışan akademisyenlere imtihandan sonra bir kazanç olmadığını daha önce izah ettik. Türkiye’nin her yerinde KPDS, TOEFL, ÜDS benzeri, sınavlar için kurslar açılıyor. Kurs verenleri “parsa topluyorlar!” diye suçlamamak gerek. Onların hedefi dil öğretmek değil imtihanı geçirtmektir. Aylarca, hatta yıllarca bu kurslara gidip dua öğrenir gibi soru kalıbı öğrenip ezberleyenler var. Binlerce soru örneği çözüyorlar. İmtihan sorularına bağışıklık kazanıyorlar. İmtihanda da otomatik cevap verip istenen puana ulaşıyorlar. Yeter puan 65 iken ezber yeteneği kuvvetli bazılarının 80 puan aldıkları bile görülüyor.
Ne var ki imtihandan üç gün sonra aynı kişiye aynı soruyu yöneltsen cevap alamıyorsun. Bu kişide yabancı dilde konuşma-yazma-telaffuz zaten aramayacaksın. Dört ay sonra öğrendiği(!) dilde adres bile soramayacak duruma geliyorlar. Suçlu ne dershane sahibi, ne dersi verip imtihana hazırlayan hoca, ne de kursa giden akademisyen. Sen imtihanı böyle yaparsan sonuç da bu şekilde tecellî eder. Herkesin işini lâyıkıyla yerine getirdiği bir kurs sürecinde, elde var sıfır. İşte Türk eğitim sisteminin tuhaflığı burada.
Bir de öğretim üyelerinin geçim sıkıntılı var, ödenmeyen paraları var. Ona da geleceğiz.