Yandaşın itirafı ve yeni durumun izahı
ABD’nin Ankara’ya gönderdiği yeni Büyükelçisi Francis Ricciardone, “Bir yandan gazeteciler gözaltına alınıyor, beri yandan basın özgürlüğü deniyor, anlamıyorum” dedi. Güzel.
Madem “anlamıyor” ve gelişmeleri anlamsız buluyor, o halde samimiyetini görmemiz gerekir. Eğer gerçekten ABD Türkiye’deki gidişatı anlamıyor ve bunu bir demokrasi sorunu olarak görüyorsa, ortaya koyduğu tespit ve iradenin yansımalarını görmemiz gerekir.
Çünkü hâlihazırda Türkiye’yi yönetenler, gerçekte ne ABD baskılarına ve ne de AB’den gelecek telkinlere karşı sessiz kalamazlar. Üstelik böyle bir kararlı duruşun dünyanın öteki ülkelerini de etkileyeceği açıktır. Dahası ABD’nin Türkiye ile ilgili kredilendirme notunun iç siyasette işe yaramayacağını söylemek gülünç olur. Hele insan hakları raporunda mesele güncelleştirilir ve ABD Başkanı arkasında olduğunu söylediği Ankara’daki büyükelçisinin tutum ve sözlerini samimi olarak desteklerse, mesele çok daha vahim boyuta taşınır. Bu durumda ABD numara yapmıyor diyebiliriz. Ancak, tüm bu açıklamalardan sonra Orta Doğu ülkelerine model olarak gösterdiği Türkiye’deki gelişmelere sessiz kalıyorsa, bilin ki bunu danışıklı dövüş olarak yapmıştır.
Öyle ise ABD ve AB samimiyet testinde. Yakında gerçek tavırlarının ne olduğunu göreceğiz.
ABD ile süren bu söz düellosunun tam orta yerinde hükümetin koşulsuz ve de önemli savunucularından Mümtaz’er Türköne de sur kapısında bir gedik açtı. Başına taş mı düştü ne? Gerçeği itiraf etti.
Okuyalım: “AK Parti iktidarının kontrolsüz bir güce dönüşme ihtimali mevcut.”
Acaba ABD Büyükelçisinden mi etkilendi? Bilmiyoruz. Ancak bu tek cümlelik “ihtimal” kavramı bile yeter. Demek ki endişeleniyor.
Cuma günü Ahmet Hakan’ın Hasan Cemal’e yönelik olarak dillendirdiği tespit, Mümtaz’er’in endişelerine de cevap oluşturuyor.
“Dünün statükosu, “din ve vicdan özgürlüğü” talep edenlerin seslerini “irtica geliyor” diye susturmaya çalıştı. Dünün statükosu, “Türbanımla okuluma gitmek istiyorum” diyenlerin haklarını “irtica geliyor” bahanesiyle gasp etti. Dünün statükosu, halkın seçtiği iktidarı “irtica geliyor” yaygarasıyla dört bir koldan kuşattı. Dünün statükosu, “irtica geliyor” bahanesiyle her türlü demokratik talebin önünü kesti. Ama sevgili Hasan Abi, insaf et, eski çamlar bardak olmadı mı?
Epey bir zamandır Türkiye’de “yeni bir statüko” yok mu? Görmüyor musun? Dün “irtica geliyor” yaygarası yapanlar, bugün güçlerini kaybettiler, köşeye sıkıştırıldılar, baskın üstüne baskın yiyorlar. Yani... “Eski statüko” gitti, “yeni statüko” geldi. Artık “irtica geliyor” yaygarası yapanların borusu ötmüyor bu memlekette. Artık “Tayyip Erdoğan statükosu” var. Kısacası... Bugün “Faşizm geliyor” diyenler ile dün “irtica geliyor” diyenler aynı çevrenin insanları olabilirler ama güçlerinin aynı olmadığı kesin.” İşte bu!
AKP’nin “kontrolsüz bir güç olma yoluna girmiş” endişesini doğrulayan, gerekçesini temellendiren içerik bu. Mümtaz’er Bey, endişesine gerekçe olarak iktidarı değil, muhalefeti gösteriyor.
Bakın ne diyor: “Ancak bunun sebebi, AK Partililerin pervasızlığı değil, muhalefet yokluğu. Ortalıkta AK Parti’yi dengelemeye ve frenlemeye niyetli bir muhalefet görünmüyor.”
Günaydın sayın hocam! Eğer hâlâ bu ülkedeyseniz haberiniz olsun muhalefet tek tek tutuklanıyor. Hem de Fehmi Koru biraderimizin yazdığı gibi. “Koru, 28 Ocak 2008 günü Kanal 7’de ana haber bülteninde ve 1 Şubat 2008 günü Yeni Şafak’taki köşesinde, Ümraniye davası soruşturmasına ilişkin 5 Kasım 2007’deki dönemin ABD Başkanı George Bush’la Başbakan Erdoğan görüşmesinde düğmeye basıldığını belirtti. Koru’ya göre, Erdoğan’ın 21 Ocak 2008 gecesi Davos gezisini iptal ederek operasyondan 4 saat önce ABD Büyükelçisi Ross Wilson ile görüşmesi, Amerika’nın operasyonel olarak ve Büyükelçi düzeyinde işin içinde olduğunun açık kanıtı oldu” dedi. İşte, ABD’nin yeni Büyükelçisi Francis Ricciardone’in “anlamadım” dediği, Mümtaz’er Hoca’nın “AK Parti iktidarının kontrolsüz bir güce dönüşme ihtimali mevcut.” Söylemi arasında bir paralellik var. Bu paralel durumun yeni statükodan yana mı eskisinden yana mı yoksa her ikisini de dışarıda bırakan gerçek demokrasiden yana mı olduğunu ve Fehmi Koru’nun söylediği ile ötüşüp örtüşmediğini birkaç gün içinde göreceğiz.