Wilson ne yapmak istedi?
Mütareke geri mi geldi diyor bizim gazete? Elbette geldi. Şekil ve form değiştirerek. Yeni kimlik ve roller edinerek geri geldi.
Şu an şu sıra mütareke döneminin tam ortasındayız.
Öyle değilse ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson denilen ardamın yine Türkiye’nin bir kısım vekilleri ile yurttaşlarını bir araya toplayarak, sanki geçmişte olduğu gibi yani ertesi gün Paris Barış Konferansında Türkiye yeniden paylaşılacakmış gibi davranmaya çalışması mümkün olur muydu?
Olmazdı!
Eğer mütareke zihniyeti yeniden hortlamasa ve Damat Ferit yaklaşımı Türk siyasetinin hükümet merciinde yeniden anlam kazanmasa, Ross Wilson denilen adam buna cüret edebilir miydi?
Asla!
Haydi etti diyelim, Türkiye’nin onurlu milli meclisi ve o meclisin şanlı şerefli üyeleri Amerikalının peşinden toplantıya gitmeyi reddetmez, üstelik böyle bir teklifi kendisine hakaret saymaz mıydı?
Sayardı!
İşte Atatürk’ü bunun için arıyoruz.
İşte Milli Meclisin 1920 ruhunu bu sebeple özlüyoruz.
Bir şey daha: Siyasi şartları oluşturanların milli şartları neden ortaya koymadıklarını işte bu sebeple içimiz burkularak takip ediyoruz.
Kendi iç sorunlarını başkalarının denetimine açan Türkiye’nin AB’nin ve ABD’nin hakemliği ile ayakta kalması elbette mümkün olamaz. Kaldı ki Türkiye’nin iç sorunlarının kaynağında zaten ulus ötesi güçlerin ayrılıkçılığı destekleyen politikaları vardır. Hal böyle olduğu ve bilindiğine göre politik acizliğe neden meydan verildiği bilinmiyor. Gerçi Wilson ve beraberindeki ABD Kongre üyesi amaçladıkları programı tam olarak uygulayamadılar ama en azında Türk ve dünya siyasetine önemli bir mesaj vermiş oldular.
Her şeyden evvel Türkiye’de yaşayan ayrılıkçılar bu mesaj sayesinde hangi kaynaklardan besleneceklerini ve Türkiye’ye kimin daha etkili olacağını öğrenmiş oldu. Ayrıca Wilson bu davranışıyla, vekillerin tamamını toplayamasa bile, en azından ayrılıkçı kesim ile ayrılıkçılığın güçlenmesi halinde yön değiştirmesi muhtemel kesime “bak bu meselenin çözümü ancak bizimle olur. ABD olmadan sonuca gidemezsiniz” mesajını vermiş oldu.
Dünyaya ise, “ben halen daha Ortadoğu bölgesindeyim ve etkiliyim. Bölgesel hareketler benim kontrolümde” demiş oldu. Burada en önemli mesaj, hiç şüphesiz Çin, Rusya, İran gibi yeni ittifaklar peşinde koşan ülkelere idi.
ABD’nin Wilson aracılığı ile yaptığı bir şey daha vardı. O da Türkiye’nin bizzat kendisine yönelikti. Wilson Türk Devletine dedi ki: “Biz sizin ülkenizde oldukça etkiliyiz. Dilediğimiz gruplarla ortak faaliyetler düzenleyebiliyoruz. Siz ülkenizin toprak bütünlüğü dahil pek çok konuda bizimle birlikte olmak zorundasınız. Aksi halde elimizdeki verilere göre Barzani ile bir olup Güneydoğuyu sizden koparacak güçler kazanır. Toprak bütünlüğünüzü kayıp edersiniz. Amerika olmadan ayakta kalamazsınız.”
Peki kendisine yönelik bu tehditler karşısında demokrasimizin beşiği, TC Devletini kurucusu milli meclisimiz ne yaptı? Geçmişinden gelen o dik ve vakur duruşu sergileyerek buna karşı bir kınama yayınlayabildi mi?
Hayır!
Öyle ise müterake dönemi şartlarını aklımıza taşımamız boşuna bir evhamdan ibaret değil..
Atatürk aramamız da boşuna değil.
Hükümetin Türkiye’yi düşürdüğü duruma itirazımız da.
Milli Meclisi kendisine sahip çıkmaya çağırıyoruz.