Verelim gitsin korosu ne kadar muhafazakar?
“Tarihin en kritik dönemecinde burası ihanet yuvası haline getirilmişti. Milletin en zor zamanlarında varlığını sürdürdüğü toplumu ve o toplumun siyasal iradesi olan devleti içeriden vurmuştu. Dolayısı ile kapattık” diyor kurucu akıl.
Batının hiçbir ülkesinden Türkiye menfaatine en küçük bir taviz bile almamış hükümetimiz, patrikhane karşısında geri adım atmayı “kazanmak” olarak takdim ettikten sonra hayırsız evlat rolüne devam ediyor.
Patrikhane bu hale boşuna gelmedi diyecek oluyoruz. Tarihten bin türlü belge ve örnek sunuyoruz.
Faydasız.
Seninki “olmaz” deyip Yunan Başbakanı Karamanlis ile omuz omuza gülücükler dağıtarak “ekümeniklik kilisenin problemi” dedikten sonra ruhban okulunun açılması için YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığınca araştırma başlatıyor.
İlla kapıyı aralayacak.
Gücü elinde tutmak, uluslararası masada verili taahhütleri kolayca harcamamak gibi bir düşünce ülkeyi yönetenlerin aklına gelmiyor.
“Vakıflar Yasası, Türkiye’nin Lozan’da İngilizler başta olmak üzere Avrupa’dan masa başında elde ettiği önemli kazanımlardır” diyoruz. Dindar ve Müslüman geçinen yazar çizer takımı hükümetle el ele verip “bunlar paranoya” diyerek kendi kalesine gol atabilmek için takım arkadaşlarına saldırmakta bir sakınca görmüyor.
Bu durumda benim gibiler ciddi anlamda ülkenin geleceğine ilişkin endişe duyarak soracak oluyor:
“-Affedersiniz siz Lozan kazanımları tasfie hükümeti ve bağlı yazar çizer takımı mısınız? ”
Bir başkası çıkıyor: “Biz el alemin ülkesinde cami açıyoruz onlar da bizim ülkemizde kilise açmayacak mı” demez mi? Gel de çatlama.
Arkadaş sen el alemin ülkesinde Müslüman cemaatin ihtiyacı kadar cami açıyorsun. Eğer orada hiç Müslüman olmasaydı yine de gidip o bölgede bir cami açabilir miydin? Kaldı ki açtığın camilerin minaresi yok, ezan sesi çıkmıyor. Bu anlamda Türkiye’de kiliseler zaten açık. Hiç kapanmadılar ki. Binlerce yıldır kendi cemaatlerine hizmetten hiç geri bırakılmadılar. Lakin senin Misyonerlik dediğin başka bir şey.
Bizim sözde “Müslüman aydına” ve politikacıya bunu anlatamıyorsun.
İslamcı aydın “Müslüman’ım” deyip sarıp sarmalanarak bedenini her şeyden sakınıyor, lakin sıra ülkenin mahremlerine gelince olabildiğinde çıplaklığı tercih ediyor.
Verelim canım n’olacak?
Bırakın diledikleri gibi yapsınlar.
Kendimize güveniyorsak niye korkalım.
Bu boş verme ve önemsizleştirme mantığını haremlik-selamlık uygulamasında görmüyoruz.
Neden?
İffetinizden korkunuz yoksa sizi engelleyen ne?
Uzatabiliriz.
Burada toplumsallık ile bireysellik arasında bir çelişki var. Asıl vurgulamak istediğim bu.
Acaba aşırı kapanmanın bireysel dışavurumu, ülkenin mahremiyetini ortalığa açmak mıdır? Bireysel kapanmanın kapananda yarattığı psikolojik baskıyı, ülkenin kazanımlarını kolayca harcayarak mı tatmin ediyorlar bilemiyorum. Ancak, özünde koruma ve muhafaza olan dindar kişiliğin, sıra tarihi mirasa gelince kolayca harcıyor olmasının bir izahı olmalıdır.
Hükümetin konu edindiği taraftar aydının hararetle savunduğu Fener Patrikhanesine rol biçilmesinin üzerinden asırlar geçmedi. Tarihi geçmiş daha yenidir.
Keza vakıflar da öyle.
Ruhban okulu bunların zaten dışında değil.
Hepsi bir takım olayların, yapıp eylemelerin sonucunda kurumsal kimliğe kavuştular. Yeni Türkiye devletinin sınırları içinde hangi rollere sahip olacakları yine uluslararası hukuk çerçevesinde taraf ülkelerin karşılıklı imzalarıyla kararlaştırıldı.
Tarihi olayları yapanların ve yaşayanların bir kısmı halen daha hayatta. Verilmek istenen tavizin konusu bu kadar taze, bu kadar yeni.
Bir şey daha: Bu arkadaşların çoğu daha düne kadar Lozan’ı hezimet ilan ediyorlardı. Atatürk’ü taviz vermekle itham ediyorlardı.
Şimdi hepsi bir ağızdan sürü halinde “ne korkacağız verelim gitsin” korosu ile tüm kazanımları bir çırpıda teslim ediyorlar.
Ey akıl, ey iz’an, ey tarihi sorumluluk ve ey milli vicdan neredeysen gel!