Vahşete lanet mi hilâfete çağrı mı?
Hilâfet yine tartışmaya açıldı. Artık hilâfetçiler mesafe aldıklarını düşünüyorlar. Çok rahatlar.
İki gün önce iktidar destekçisi dernekler, vakıflar bir araya gelerek büyük bir miting düzenlediler. Maksat şehitlerimizi anmak, PKK’ya lanet okumak, Gazze’de vahşete imza atan Siyonistlere tavır koymaktı. Ancak, mitingde “hilâfet” öne çıktı.
Suudî Arabistan’da Mustafa Kemal Atatürk’e alerji yüzünden Fenerbahçe-Galatasaray maçının oynanmamasının tartışmalarının ayyuka çıktığı bir zamanda “lanet” mitingi yapıldı.
“Lanet”i bilerek kullandım. Mitingde hilâfet pankartları açanlar, asıl kime karşı bu pankartları açıyorlar ve kime karşı lanet okuyorlar?
Hilafetçi mitingcilerin “Lanet”i Suudîlerin tavrıyla aynı. Mustafa Kemal Atatürk söz konusu olunca “lanetleme”de birleşiyorlar.
(Daha önce yazımda, maça çıkacak kulüplerin yanlış tavırlarını da sergiledim. Kulüpler, maç Suudî Arabistan’da oynanınca, biz onlardan ayrıyız demek için, son anda Atatürk’ü öne çıkardılar. Önceden ne yapacaklarını bildirecekler, sonra anlaşmaya varılır veya varılmaz, ona göre maçın yapılıp yapılmayacağını belirleyeceklerdi. Yalnız şunu demeden geçemeyeceğim: Statta Türk seyirciler İstiklâl Marşı’mızı okumaya başlayınca Suudîlerin müzik sesini sonuna kadar açmaları çok ağrıma gitti.)
Kanunî bir miting yapılıyorsa, Suudîlerin kendi anlayışları içinde maç için dahi nasıl şartlar koşuyorlarsa demokratik cumhuriyet Türkiye’sinde de Anayasa’nın ve kanunların dışına çıkılmaması gerekir. “Lanet” mitingi bahane edilerek Anayasa’da yeri olmayan bir talep dillendirilmemeliydi. Miting tertipçileri, “Başka çizgiye kaymayalım. Tavrımız PKK ve Siyonist vahşetine karşıdır. Hiçbir surette, rejim tartışması açılacak, başka yöne çekilecek, söz ve pankartlara yer verilmemelidir.” diye sıkı sıkıya tembih etmeliydiler.
Biliyorsunuz, 2007’de, yüzbinlerin katıldığı “Cumhuriyet mitingleri” düzenlenmiş, hükûmet edenlerin yol açmasıyla bu mitinglerde öncü rol oynayanlar üzerine gidilmiş, kimileri değişik bahanelerle gözaltına alınmışlar, hapse tıkılmışlardı.
Şimdi kanun dışı taleplerle miting meydanlarını dolduranlara gerekli ikaz yapılmalıydı. Ama yapılmadı. Bir yanlış anlama yüzünde elinde “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah” yazılı pankart olan kişiyle bir üniversite öğrencisi tartıştı. Tevhîd pankartı taşıyanın yediği yumrukla ağzı burnu kan içinde kaldı. (Özellikle “pankart” diyorum. “Bayrak” dediğin an mana değişir, başka hedefler güdenlerin tuzağına düşülür.)
Yumruğu atan öğrenci tutuklandı. Bilmiyorum o da hakeme yumruk atıp tutuklanan, 15 gün sonra bırakılan Ankaragücü Kulübü Başkanı gibi, 15 gün içinde bırakılır mı? Geçmişte Ankara-Çubuk’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kıılçdaroğlu’na yumruk atan ise hapis yatmamıştı.
Hilâfet, arada bir tartışılır. Biz de bu tartışmalara girdik.
Şu zamanda hilâfet isteyenler, gerçekte ne istiyorlar ve nasıl bir neticeye varabilirler? Bunun tahlili gerekir.
Bizde fikirler, düşmanlıklar üzerine kurulur. Hilâfet isteyenler de karşı çıkanlar da fikir zemininde buluşamazlar.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta, bir siyasî olarak, ülkenin manzara-i umumiyesini anlatırken daha girişte “Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahîdeddin, mütereddi [soysuzlaşmış], şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî [alçak] tedbirler araştırmakta.” der.
Cümle ayarlı. “Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden” diyerek cümleye başlıyor, “işgal”den bahsediyor.
Sonra saltanat için, özellikle hilâfet için ağır cümleler kullanacaktır. (Niçin ağır sözler ettiğine geleceğiz.)