Uyduruk Türkçe-Yaşayan Türkçe (3)
R. T. Erdoğan, 8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı''nda "Nihad Sami Banarlı, ''Türkçe''nin Sırları'' eserinde, ''Ketebe yektübü Arap''ındır, kitap, katip benimdir.'' diyor. Kendi ana dilini en doğru ve güzel şekilde konuşamayan bir toplum, başkalarına da katkı sağlayamaz." demişti.
Reis Bey, başka konuşmalarında günlerdir tartışılan Mahir Ünal''ın sözlerinden farklı söz etmemişti. Şimdi bunlara girmeyelim.
Reis Bey, daha önce de Banarlı''nın kitabını tavsiye etmişti.
R. T. Erdoğan''ın konuşma metnini yazanlar, Banarlı''nın şapkaları (^) mutlaka koyduğunu bilmeleri gerekir. "Kâtip" yazmalıydılar. Yine hatırlatırım "Türk''ün" derken kesme konuyor, "Türkçenin" derken konmuyor. Bir hatırlatma daha: "Nihad Sami"de, "Sâmi" yazılıyor. "Sâmi"de konduğuna göre "Nihad"da da "a"ya konması lâzım ama Banarlı''nın kitaplarında isminde sadece "Sami"de şapka var. Kubbealtı Neşriyatı''nın imlâsında "şapka" (^) esastır. Yeri geldikçe tenkit ederim. Şapka kaf-kef farkında, "lâm"dan sonra yerine göre "a"larda, bazı uzatmalarda kullanılmalı. Hatta "ayın"ı göstermek için de kullanıp kafa karıştırılmamalı.
*
Montaigne''den, Nâzım Hikmet''ten, Yaşar Nabi Nayır''dan, Cemil Meriç''ten örnekler vereceğimi belirtmiştim.
Montaigne (1533-1592) Fransız yazar. Eskilerin "tecrübe-i kalemiye" dedikleri denemeler onunla başlamıştır. "Dil Üzerine" yazının girişi size dilin salâbeti için neyin gerektiği fikrini verecektir:
"Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilikler getirmekten çok onu bükmek, imkânlarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni kelimeler getirmezler. Onları zenginleştirir, anlamlarını ve kullanımlarını sağlamlaştırır, derinleştirirler; onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar. Zamanımızın yazarlarına bakınca herkesin harcı olmadığı anlaşılıyor bu işin. Herkes gibi konuşmayı küçümseyerek cüretli işlere girişiyorlar. Ama hünersizlik ve zevksizlik yüzünden yaya kalıyorlar... Ortaya bir sürü zoraki tuhaflıklar; soğuk, anlamsız yapmacıklar çıkarıyorlar, bunlar anlatılmak istenen şeyi yükseltecek yerde alçaltıyor. Yenilik oldu mu bayılıyorlar. İşe yarayıp yaramadığı umurlarında değil. Yeni bir kelime kullanmak isteği ile eskisini atıyorlar, çok defa attıkları kelime yenisinden daha kuvvetli, daha diri duruyor." (Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyuboğlu, 6. bs., 1973''ten nakleden: Arslan Tekin, "Deneme", Edebiyatımızda Terimler)
Montaigne hakkında yazılanlara baktım. Şu cümleden bir şey anladınız mı?
"Michel de Montaigne … Kuşkuculuk akımının öncüsü olan Pyrrhon''u, Özdekçilik akımın temel kaynağı olan Lucretius''u, Anadolu-Yunan filozoflarını ve Latin ozanlarını da inceledikten sonra kuşkucu yöntemi benimsemiştir. Bu yöntem felsefede us ilkelerine dayalıdır."
Kimileri kendilerince kavram uyduruyorlar, yenilik getirdikleri sanıyorlar. Montaigne, kendisi için yazılan bu metni görse, Olmadı arkadaşım, der, bir deneme daha yazar, verir veriştirirdi!
*
Ülkemizde Nâzım Hikmet''e toz kondurmayan yılmaz savunucuları vardır. Nâzım Hikmet''in her şeyini taklit ederler ama bir şeyi görmemezlikten, duymamazlıktan gelirler. Kedisi iftiharla "komünistim" dediği hâlde, bu sıfatı, halkın tavrından çekindikleri için kullanmaktan imtina ederler.
Vâlâ Nurettin (Vâ-Nû), Nâzım Hikmet''le Moskova''ya birlikte kaçarak "komünistlik" eğitim aldığı arkadaşı. Gazeteci, yazar. En yakından tanıyan o. "Bu Dünyadan Nâzım Geçti" kitabında samimî bir dille N. Hikmet''in bütün serencamını anlatır. Kitabının sonunda "Şimdi Nâzım''ın dil san''at anlayışını kendi mektuplarındaki parçalardan okuyalım." der ve "Şair Türkçeyi Nasıl Görüyor?" başlığı altında dil anlayışını verir. Girişten bir bölüm alacağım:
"Seninle evvelâ şu dil meselesini konuşalım. Halkın diline girmiş en koyu Acemce ve Arapça kelimeleri halkın dilindeki şekliyle kullanacağız: Meselâ, meselâ ve mamafi, mümkünü yok filân gibi. Bunları atmak mânâsız. Hattâ bunları atmağa kimsenin hakkı yok. Hattâ bunları aydınlarımız atsa bile halkın dilinde yaşayacağına göre atılmış sayılmazlar. Yine halkın dilinde olan, yazı dilinde olmayan Türkçe kelimeleri de alacağız. Dilin zenginleşmesi bu yönden olacak. Yâni hem taraf, hem yön sözlerini kullanacağız. Çünkü halk ikisini de kullanır. Gerekirseyi de kullanacağız, icabederseyi de. Çünkü halk ikisini de kullanır. Fakat büyük bir ehemmiyeti haizdir, demeyeceğiz. Büyük bir ehemmiyeti vardır, diyeceğiz. Gerekirse uydurma olmakla beraber -çünkü ben pekâlâ uydurma, iyi uydurma sözlerin yaşayacağına kaniim. Büyük bir önemi vardır da diyeceğiz. Şiirin ayrı dili, nesrin ayrı dili vardır diye bir şey kabul etmiyorum. Bundan dolayı şiirde yapılan denemeleri, hikâye dilinde, roman dilinde de yapabiliriz. Bütün iş dilin tazeliğindedir. Taze gıcır gıcır bir dil kullanacağız. Bunun için de bir yandan taze, canlı sözler, bir yandan da taze cümle kuru[lu]şları bulacağız. Kısaca söylemek lâzım gelirse, sözlerle, cümle kuruluşlarıyla münasebetimiz pasif değil, aktif bir münasebet olacak. Yalnız konuştuğumuz dili yazmayacağız. Konuşmamızı esas olarak alacağız fakat bu temelin üstünde biz yeniden bir dil yaratacağız. Nasıl, sanat eseri, tabiatın, cemiyetteki hâdiselerin, insanın sadece bir kopyası değilse, dilde de öyle. Sadece bir kopya olmayacak. Ağzımıza geleni yazmayacağa. Yazılması gerekeni yazacağız. Gerektiği gibi, yâni anlattığımız hâdiseye en uygun şekilde yazacağız. İşte, kısacası söylemek istediklerim. Elbetteki bu bahis dallı budaklıdır. Çok su götürür. Fakat dediğim gibi, bence esas mesele, üslubumuzdaki yaratıcılığımızdır..."
Var mı itiraz eden?!
Yaşan Nabi Nayır''dan ve Cemil Meriç''ten örnekleri sonraya bırakacağız.