"Üşüyorum"
Yazıcıoğlu olayının bize söylediği çok acı gerçek, ne ölüm gibi soğuk bir hatırlatma ve ne de “yazık oldu” türünde bir yakınmadır.
Helikopter olayı ile anladık ve emin olduk ki, şartlar müsait olursa Türkiye’de başbakan dâhil herkes kayıp olabilir ve siz onu asla bulamazsınız.
Medeniyetin getirdiği araçları kullanarak “yaralıyım” mesajı veren kimselere yardım götürmezsiniz.
Çünkü sözün bitip aczin başladığı yerde duruyorsunuzdur.
Benim ülkemde meydanlarda efelenerek hava atan iktidar gücünün kaza yerini cep telefonuyla bildirdiği halde düşen helikoptere ulaşamadığı gün gibi açıktır.
Peki, böyle durumlarda ne söylenir?
Çok şey ya da hiç!
Çok şey nedir?
Çok şey, acizlikle başlayan, çaresizliğe dönüşerek süren devlet iktidarı ile politik iktidarın ülkeyi yönetme ve toplumsal ihtiyaçları karşılamadaki yetersizliğidir.
Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri bulamayan, bulmak için gereken sistemi daha önceden kurmayı bile akıl edemeyen ulaştırma işlerinden sorumlu kimselerin bize söyleyecek her sözü geçersiz kılınmıştır.
İnsan ölümlüdür.
Bu tamam.
Ancak, insan aynı zamanda uygarlık yaratan, devletler kuran, uzaya çıkan, içinde var olduğu çevreyi olabildiğince kontrol eden bir canlıdır da.
Uzmanlar tv kanallarında Türkiye’nin vurdumduymazlığını bütün açıklığı ile anlattılar.
Telsiz sistemlerinden, helikopter takip sistemlerine, telefonla yer belirlemeden, ulaştırma koordinasyon işlemlerine kadar tam bir karmaşa, yetersizlik olduğunu bu açıklamalardan anladık.
Anladık ama ne pahasına?
Sanki Uganda’yız.
Sanki uzayda uydusu olmayan, kabile devletlerinden biriyiz.
Uzmanlaşma yok.
İşte mükemmeliyet sıfır.
Varsa yoksa partizanlık.
Kimin ne kadar yetkin olduğundan çok, kimin hangisinin adamı olduğuna bakılarak yapılan atamalar gösterdi ki, Türkiye’yi iş bilmezler yönetiyor. “Çok şey yaptık” denilen ülkede, Telekom’un durduk yerde satışının dışında işe yarar hiçbir ulaştırma hizmetinin yapılmadığı, kaza durumlarında nitelikli uzman kadroların bulunmadığı, güvenlik birimlerinin yer belirleme işlemlerinin yetersiz olduğu ve dahası, böyle durumlarda mağdura destek verecek eğitilmiş kadroların bulunmadığı anlaşıldı.
Bu gece Türkiye’nin dağlarına, kuytu yerlerine onlarca düşman hava indirme birlikleriyle gelip çöreklense bulma şansımız olur mu acaba?
Üstelik her biri cep telefonundan haber verip işte “geliyoruz” deseler yerlerini tespit edebilir miyiz?
Şüpheliyim.
Bu yazı hazırlandığında saatler Cuma gününün 13’30’nunu gösteriliyordu.
Haber kanalları kazazedelerin 44 saattir bulunamadığını aktararak Muhsin Yazıcıoğlu’nun kendi sesinden “ÜŞÜYORUM” şiirini seyirciye ulaştırıyordu.
Yazıcıoğlu ne kadar üşüdü ve ne kadar üşüdükten sonra artık soğuğu hissetmez oldu bilinmez. Ancak İHA muhabiri İsmail’in sesi herkesin kulağında çınlıyor.
“Bacağım acıyor!”
“Hala yer tespiti yapamadınız mı?”
......
İsmail, kırık ayağı sıfırın altında 15 derece olan soğuğa ne kadar dayanıyor, ya da dayandı mı, bilinmez.