Üniversitelerde yıldırma (1)
Üniversitelerde kişiye özel öğretim üyesi alımı ilânları artık alay konusu oldu. Akademik çevreyle iç içeyim. Neler yaşandığını bilenlerdenim. Üzerinde durulması gereken bir mesele, ilim camiasında çekememezlikler ve ideolojik baskılardır. Aşağıdaki satırları, üniversiteden bir arkadaşımla istişare ederek yazdım ve tespitlerim “somut” hâdiselere dayalıdır.
Her dönem siyasî iktidarların baskısı ve “yersiz tasarrufları”yla sarsılan üniversitelerde, AKP hükûmetleri sırasında da genel durumun bozulmadığı gözleniyor. Özellikle 28 Şubat vetiresinde üniversitelerin nasıl hallaç pamuğu gibi atıldığına hepimiz şahidiz. “İrtica” paranoyası, insanlarımızı mutazarrır etmişti. Yeni siyasî iktidar döneminde, üniversitelerde bu defa “tersine baskı/yıldırma” safhalarının gündeme getirildiğine dair iddialar kronikleşiyor. Eski dönemin aksine YÖK, neredeyse tasfiye akınına dönüşen baskı/yıldırma olaylarına katılmamak noktasında eskisine nazaran direnç gösteriyor. Ne var ki YÖK’ün görünüşteki sağduyulu çabası, üniversite yönetimlerinin geneline yansıtılamadığından üniversitelerdeki baskı/meslekî taciz taraf değiştirerek sürüyor.
Üniversitelerde görev yapan “laik” veya “Türkçü-milliyetçi” eğilimleriyle dikkat çeken kadroları en çok huzursuz eden olayların başını atama-yükseltmelerde hakkaniyet ölçüsünün dışına taşılması ve yukarıdaki nitelikleri hâiz kimi akademisyenlere hak ettikleri kadroların yıllarca verilmemesi çekiyor. Pek çok akademisyen doktoralarını başka üniversitelerde tamamladıktan sonra, aslî kadrolarının bulunduğu birimlere döndüklerinde yıllarca kadro verilmeyerek veya ikamet ettikleri yerlerden çok uzaklarda görevlendirme teklifleriyle yüz yüze bırakılarak ciddî bir tercihe zorlanıyorlar. Bu durumdaki akademisyenlerin önemli bölümü yurt içi veya dışında geçirdikleri yüksek lisans/doktora öğrenimleri dolayısıyla özde devlete resmî olarak da kendilerini lisans üstü öğrenime yollayan üniversiteye borçlu konumda olduklarından borçları bitene kadar “araştırma görevlisi Dr.” sıfatıyla o okulda çile doldurmak zorunda kalıyor. Eğer üniversitelerinden onay alır ve kendilerini kabul edip kadro sağlayan başka bir üniversite bulurlarsa naklettirmek ya da üniversite kariyerine veda etmek tercihiyle baş başa bırakılıyor.
İstanbul, Ankara, İzmir hatta Bursa gibi büyükşehirlerde bulunan üniversitelerde gerçekten kadrolar dolu olduğundan görevlendirme yapılamazken, kadro sıkıntısı çeken, mevcut üniversite öğretim üyelerinin haftalık programlarını 34-40 saat gibi “sürrealist çalışma programlarıyla” dolduran üniversitelerde de aynı durumun gözlenmesi, en azından ikinci kategoriye giren yüksek öğretim kurumlarının Yrd. Doçentlik kadrosu bekleyen genç akademisyenlere pek de iyi niyetle yaklaşmadıklarını ortaya koyuyor. Yine söz konusu üniversitelerde kadro bekleyen genç akademisyenlerin genellikle benzer siyasî görüşleri paylaşmaları eğitime de acı bir fatura yüklüyor. Kadrolu öğretim üyelerine yüklenen ağır ders yükü, üniversitelerde verilen eğitimin kalitesini düşürmekle kalmıyor, bu üniversitelerin her yıl düşen öğrenci kabul puanlarında da kendisini gösteriyor. (Devam edeceğiz.)