Üniversitelerde unutulanlar
Üniversiteler bir ilim kapısı mı, iş kapısı mı? Bunun cevabını vermeliyiz. Gün geçmiyor ki, bir üniversite yöneticisinin kızı, damadı, oğlu uşağı “torpille” (torpille olmasa bile ister istemez o görüntü aksediyor), adrese teslim ilânlarla idarî ve akademik kadrolarında kendilerine kolayca yer bulabiliyorlar. İlim âşığı insanlarımız ise, bütün çabalarına rağmen, dışarıda kalıyorlar. İlim âşıkları, şu gerçek ki, çoklukla yoksulluktan gelen insanlardır. İmkânları dardır... Kendilerini ilme adamışlardır. Böyleleri, mütevazı olurlar ve her kapıyı çalmazlar/çalamazlar. Bir yerde karın tokluğuna iş bulurlar, yüksek lisanslarını, doktoralarını verebilmek için uykularından çalarlar...Tam gün çalışıyorlarsa, şartları çok zordur. Derslere gitmeleri gerekir, izin alma dertleri vardır. Velhasıl kamburları kat kattır; aradan sıyrılabilenler gerçek yerlerini bulabilenler çok azdır. Birçok insan içindeki ilim aşkıyla bir kenara savrulup kalırlar.
Hele bir yabancı dil meselesi var ki, çok insanı bezdirmiştir. Yabanı dil bilmek şart...Bunu kabul ediyorum. Ama ilim seviyesi yüksek insanları yabancı dile mecbur etmek bileklerine kelepçe vurmaktan farksızdır. Çok insan bu yüzden üniversitede “Yard. Doç. Dr.” olarak ömürlerin tüketmişlerdir. O insanlar kolejlerden mezun olmamışlardır. Orta mekteplerde gördükleri yabancı dil eğitimi ise, hepimiz biliyoruz, yetersizdir. Herkes küçük yaşlarda özel gayret gösteremez de...Gösterse bile nerede imkân bulacak da kendisini geliştirecek?
Yarım yamalak öğrenilip sadece imtihanlarda işe yarayan dil ilimde fayda sağlamaz. Kaldı ki, yeni teknolojiler, dil meselesini bir mecburiyet olmaktan çıkarmıştır.
Üniversitelerde bütün dillerden literatürü takip edecek birimlerin olması gerekir. İlim adamlarımızdan istenen bir dil; global dünyada ilmi takip etmek için bir dil zaten yetmez...Belli başlı bütün dilleri takip eden birimler en azından merkezî sistemde yani YÖK bünyesinde kurulmalıdır. Gerçi bazı üniversitelerde, Osmanlı’nın tercüme odalarına benzer tercüme büroları kurulmuştur ama kastettiğim bu tür ilimde ehil olmayan sadece yancı dil bilenlerin istihdam edildiği bürolar değildir.
Bazı üniversitelerimizin yabancı dille eğitim görmeleri, dehşet vericici...Yabancı dil öğrenmek başka, yabancı dille eğitim görmek başka... Kendi dilini eğitim dili olarak kullanmayan bir ülke, dilini ilim dili hâline getiremez. Hangi gelişmiş ülke başkasının dilini kendi dilinin önüne almıştır? (Bu konu derin bir yara...Daha geniş ele alacağım.)
Bir de okutmanlar meselesi var. Bir mektubu çok kısa vereceğim:
“Üniversitedeki en alt kademedeki personelin, okutmanların durumu içler acısı... Ne ekonomik ne de akademik durumlarıyla ilgilenen var. Kendi imkânlarınızla lisans üstü eğitim yapmak istiyorsunuz. Hasbelkader kazanıyorsunuz fakat gidemiyorsunuz. Ne imiş efendim ben sana okuman için izin veremem. Ya istifa edeceksin ya da sineye çekip hakkın olan eğitimi tamamlayamadan, öğrenciye bir şey veremeden ömrünü geçireceksin. Y. Uymaz”
Üniversitelerdeki sanatçı öğretim üyeleri meselesi bir başka dert. Ona da geleceğim.