Ülkücülerin seçimi
İdealler ve gerçeklik arasında Ülkücü Hareketin seçim hikâyesi…
Türkiye siyasi tarihinde ülkücü hareket, milliyetçi ve ideolojik temelleriyle önemli bir yer tutar. Merhum Alparslan Türkeş liderliğindeki bu hareket, Türk milletinin tarihinden, kültüründen ve inançlarından güç alarak, milleti daha müreffeh ve tarihte daha önemli roller oynamaya hazırlama amacını güder.
Ülkücülerin kuruluşundan bu yana geçen 55 yıllık süreç, hem idealleri hem de siyasi pratiği ile birçok dönüşüm yaşamıştır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Türkiye'de yaşanan siyasi dalgalanmalar, ülkücü hareketin siyasi sahnede kendine özgü bir konum edinmesini zorlaştırmıştır.
Bu dönemde, ülkücülerin kendi siyasi ve seçmen kitlesini oluşturup, ideolojik çizgisini net bir şekilde ortaya koyması beklenirken, hareketin içinden çıkmayan ve ülkücü öyküsü olmayan siyasi kadroların aldığı kararlar ve bu kararların ülkede yarattığı sonuçların ağırlığı(!) ortadır.
Son seçimlerde, Milliyetçi Hareket Partisi'nin ülkücülerin hikâyesini AK Parti'nin seçim başarısı için kullanma eğilimi, bu tartışmaları daha da alevlendirmiştir. Bu durum, ülkücü ideallerin ve Alparslan Türkeş'in vizyonunun, günümüz siyasi manevralarıyla örtüşmeyen bir şekilde kullanıldığını göstermektedir.
Ülkücü hareketin kurucu iradesi olan Başbuğ Alparslan Türkeş, ülkücülerin ve milliyetçilerin milletin hizmetinde olmasını, güçlü bir devlet yönetimi vizyonu ile birleştirmeyi hedeflemiştir. Bu hikâyeyi yaratan kadroların kendi düşünce temellerinden uzaklaşarak başka siyasi kadroları desteklemek, Başbuğ Türkeş'in vizyonuyla örtüşmemektedir.
Bu bağlamda, ülkücü hareketin kendini yeniden tanımlaması ve Başbuğ Türkeş'in kurucu ideallerine uygun bir siyasi strateji geliştirmesi büyük önem taşımaktadır.
Ama kiminle ve nasıl?
Lider/doktrin/teşkilat ile oluşan bir yapıda böyle bir hesaplaşma mümkün olabilir mi?
Aklıma Albert Einstein’ın meşhur bir sözü geldi; “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.”
Ülkücü hareketin değişmemesi gereken birçok hikâyesi var.
Yerel seçimler olmasına rağmen aynı oy alışkanlığı ile milliyetçi uyanışı sağlamak mümkün değildir. O halde bu seçimler Milliyetçiler için daha anlamlı olmalı; milliyetçi/ülkücü adayların oy alabileceği seçim olarak görmeliyiz.
Milliyetçi adayların daha dikkat çekici oy almasını sağlamak, siyasetin savrulduğu bu iklimde belki ülkeye de bir nefes kazandıracaktır.
Cumhur İttifakı'nın "terör korkusu" yaratarak oy alma eğilimi, milletin ferasetine olan inancın eksikliğini gösteriyor. Seçmenini konsolide etmek için korkuyu köpürtüyor her seçimlerde…
Seçimler, ülkenin en değerli karar mekanizmasıdır ve "ülke bize teslim olsun" diye kullanılamaz!
Güven, tehdit ile inşa edilemez ve seçim sonuçları, tarihin ve toplumun namusudur.
Milliyetçi düşüncenin dirilmesi için, milliyetçileri yutan siyasi hareketin (Cumhur İttifakı’nın) bu seçimleri kazanmaması gerekmektedir.
Milliyetçi seçmenin iradesini, milliyetçi/ülkücü geçmişi olan adaylar için kullanması halinde; Türkiye’de seçimlerde yutulan değil, yutulmaya teşebbüs dahi edilemeyen milliyetçi/ülkücü anlayış ortaya çıkmalıdır.
Değerli Yeniçağ okuyucuları, tek tek adayları ele almadan bazı adaylar üzerinde düşüncemi daha net ifade edeyim; Ankara’da Mansur Yavaş (CHP) İstanbul’da Azmi Karamahmutoğlu (Zafer Partisi), İzmir’de Naşit Birgüvi (Zafer Partisi), Manisa’da Selçuk Özdağ (Gelecek/Saadet Partisi ittifakı), Metin Özad (İYİ Parti), Bitlis/Ahlat Abdulalim Mümtaz Çoban (İYİ Parti) gibi bölgesinde yakinen tanınan milliyetçi/ülkücü adaylara oy verilmelidir.
Belirli bir siyasi hareketin veya ittifakın, milliyetçiliği kendi hegemonyasını kurmak ve sürdürmek için bir araç olarak kullanması, milliyetçi düşüncenin ve hareketin kendisini yeniden değerlendirmesini gerektiren açık bir gerçektir.
Eğer milliyetçilik, kişisel çıkarlar ve güç mücadeleleri için bir araç haline gelmişse, bu durumda milliyetçi hareket kendini sorgulamalı, tepki vermeli ve yeniden tanımlanmalıdır.
Bu bağlamda, Cumhur İttifakı’nın seçimlerde başarısız olması, milliyetçilik ideolojisinin ve milliyetçi hareketin yeniden canlanması için bir dönüm noktası olabilir. Böylesi bir gelişme, milliyetçiliğin asıl değerlerine ve amaçlarına geri dönüşü, toplumsal birliğin ve dayanışmanın yeniden inşasını sağlayabilir.
Milliyetçi düşünce ve hareketin, güç odaklı politikaların ötesine geçerek, toplumun genel çıkarlarını, kültürel kimliğini ve bağımsızlığını ön planda tutan bir yol izlemesi gerekmektedir.
Sonuç olarak Milliyetçilik, bireyleri ve toplumu bir araya getiren, ortak bir kimlik ve amaç etrafında kenetleyen bir güç olmalıdır.
Siyasi çıkarlar ve güç mücadeleleri uğruna milliyetçiliğin içeriğinin boşaltılmasına ve kişileri kutsayan bir etikete dönüştürülmesine izin verilmemelidir.
Milliyetçi hareketin ve düşüncenin, asıl değerlerine sadık kalarak, toplumsal birliği ve bağımsızlığı güçlendirici bir role sahip olması toplumun en elzem ihtiyacıdır.
Vatanımız, uğruna mücadele ettiğimiz, sevgisini kalbimizle yeşerttiğimiz “Türk’ün yurdudur”.
Binlerce yıldır yaşadığımız ve yaşamak için kurduğumuz hayalleri yıkmadan evlatlarımıza devredeceğimiz onurlu bir duruşun adı olmalıdır; Milliyetçilik.
31 Mart 2024 mahalli idareler seçimlerinin milletimize hayırlı sonuçlar vermesini diliyorum