Hiçbir şeye inanmamak

“Sürekli yalan söylemenin amacı, insanları bir yalana inandırmak değil, artık kimsenin hiçbir şeye inanmadığından emin olmaktır. Artık hak ile batıl ayırt edemeyen bir halk, doğru ile batıl arasındaki farkı ayıramaz. Ve böyle bir halk, düşünme ve yargılama gücüne sahip olmayan, bilmeden ve istemeden tamamen yalanın hükmüne tabidir. Böyle insanlarla ne istersen yapabilirsin.” (Hannah Arendt)

Böyle bir şeyler mi istiyoruz veya isteniyor?

Oysa hayatımızı hakikatler ve idealler için yaşamıştık.

Zamanın bir dilimini anı (saatin bir hareketlik sarkacı) düşünün…

Zaman, bir anın aslında milyarlarca kişiye bölünmesi gibi değil mi?

Aynı anda milyarlarca farklı an/hayat yaşanıyor.

Anı (hayatı) konfor ve sorumluluklar ile sürdürüyoruz! Milliyetçilik ortak değer olduğunda, konforu değil sorumluluğu ve o sorumluluğun getirdiği hayatı yaşıyorsunuz. Kendiniz için değil, değerler için yaşamak; maddi değil, manevi bir konfor yaratıyor!

Milyarlarca hayatın içinden, yaşadığımız hayata kattığımız anlam “Türk Milliyetçiliği, ülkücülük…”

Ülkücülük manevi konfor alanımızdan uzaklaşmaya başladı!

Çünkü ülkücülük, Türk milletinin içinde adanmışlık duygusu idi, örselediler!

Siyaset söz konusu olduğunda kimliğinden uzaklaşarak mevki elde etmenin adı mı oldu ülkücülük?..

Kendine bir mevki, makam bulduğunda doğrularından vazgeçmek ile elde edilen bir etiket midir ülkücülük?..

Makam ve mevki buldukça kabından taşıp liderini kutsamak ve kimsenin onun kadar olamayacağını haykırmak mıdır?..

Beka sorunu var deyince otomatik taarruza geçip! beka sorunu yok iken; tarla, bahçe işlerinde "ırgatlık" yapmak mıdır?

Hayattayken şüpheli; hain!

Ölünce şehit olmak mıdır ülkücülük?

Her bir siyasetçinin iddiasına bakıp, kendi iddialarından vazgeçmek; iddiasız olmak mıdır?

Davası sadece yetkili organlar tarafından ifade edilen, kendisi yetkili organlara biat eden midir?

Makam mevki sahibi olmayı değil, makam mevki sahibi olmamayı erdem saymak ve bu erdem için, hayatında kendi ile hiç yolu kesişmeyenleri başına taç yapmak mıdır?

Ülkücülük, devleti yöneten değil, devleti yönetenlerin "yönetileni" olmak mıdır?

Yaşadığı her anın bedelini öderken, bu ödenmiş bedellerin kime ciro edildiğine bakıp; "başını öne eğip razı" olmak mı?

Dertli sıkıntılı günlerde "yalnız", ikbal/iktidar günlerinde hatırlanmamak "YOK" sayılmak mı?

İkbal/iktidar denilince bir "koltuk" çok görülürken, cezaevlerinde sürekli; "ranza" sahibi olmak mı?..

Kendine yer açmak isteyenlerin gördüğü bir engel olarak sürekli iftiralara maruz kalmak mı?

Dün bölücülüğe en büyük engelken, bugün bölücüleri TBMM’ye davet etmek midir?

Kafası karıştıkça başkalaşan bir aklı, devlet aklı sanmak mıdır ülkücülük?

Sahi sizce nedir “ülkücülük”?

Yazarın Diğer Yazıları