Gerçekten de aşk olsun onlara!..

Dünyada başka millet var mıdır ki ülkeyi kuran liderini bu kadar eleştirsin…

Yerden yere vursun…

Aklına estiği gibi doğru-yanlış düşünmeden onu toplum nezdinde küçük düşürmeye kalkışsın.

Doğrusunu isterseniz, olabileceğini sanmıyorum.

*

Ben -kendi adıma- hiç sanmıyorum önemli bir kesimimiz, tam da burada ülkenin kurucu liderine her türlü hakaret içeren ifadeleri kullanarak, sanırım hakaret ediyor olmalarının onurunu(!) yaşıyorlardır.

*

Oysa o günlerde, benim ülkemde -içinde bulunulan durum- en dip noktada iken…

Asla iyileşip ayağa kalkılamaz denilirken…

Üstelik İngilizlerin talebi üzerine -Anadolu’da var olduğu söylenen- kendilerine (İngilizlere) karşı yapılan isyanı bastırmak için gönderilen…

Sonrasında da -olmayan- isyanı bastır(a)madığı için İstanbul’a geri çağırılan…

Ancak geri dönmeyen…

Görevden alındığı söylendiği hâlde; “Ben milletime yıllarca üniformalı hizmet ettim, bundan böyle sivil ve rütbesiz olarak da hizmet ederim.” diyerek, önce kendisi için İngilizlere doğrudan ve tek başına “Hodri Meydan!” diyen…

Çanakkale’de…

Trablus’ta…

Anafartalar’da…

İnönülerde…

Otuz Ağustos’ta, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek, önce kendisi; Anafartalar Grup Komutanı olarak, 10 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nda süngü taarruzunu yönetirken, sağ göğsüne bir şarapnel parçası (misketi) isabet etmiş olmasına rağmen, o şarapnel, sağ göğüs cebinde bulunan saate çarparak onun ölümden kurtulmasını sağlamıştı.

Rabb’im onu Türk milletine bağışlamış ve daha sonraları 19 Mayıs’la birlikte başlayan kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde bütün Anadolu karış karış dolaşılırken ömrünü, bir ulusun kurtuluşu için feda edecek kadar inanılmaz bir mücadele vererek, etrafındaki kendisine inanmış paşalarla…

Askerlerle…

O günün vatanseverleriyle…

O günlerde; sabanından ve sapanından başka bir şeyi olmayan, yorgun ve bitkin oldukları hâlde kendisine inanan bir avuç halkla iç içe olmayı başarmıştı.

*

Onlara hiç yalan konuşmadan…

Onları kandırmadan ve kandırılmadan…

Onların karşısında müthiş bir güven sembolü olarak duran…

Neredeyse bütün Anadolu’da, o günün çeteleriyle…

Esnafıyla…

Köylüsüyle…

Kadınıyla…

Kızıyla…

Çocuğu ile iletişim kuran…

Vatanın, dört bir taraftan etrafı sarılmışken, neleri varsa onlarla yüreklerini ortaya koyarak, henüz savaştan çıkmış bu yoksul halk, inandığı sarı saçlı, mavi gözlü adamın arkasından;

Yorgun da olsalar…

Aç ve susuz da olsalar…

Yılgın da olsalar arkalarına bakmadan peşine takılıp yürüdüler.

Mustafa Kemal’e bütün yürekleriyle inanarak onlar bugün ‘İsimsiz Kahramanlar’ olarak adlarını tarihe yazdırdılar.

*

İşte o sarı saçlı, mavi gözlü adam bu vatanın; ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü için 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a hareketle başlayan, amansız ve bir o kadar da tehlikeli deniz yolculuğunu, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da ateşlediği kurtuluş bilincini, yurt satına yaymış olan bu insana mı olmadık yakışıksız sözler söyleniyor…

Olmadık yakıştırmalar yapılıyor.

Yazık…

Günah…

Ve ne kadar acımasızlık!

*

Aşk olsun onlara!..

Sahiden aşk olsun!

Bu yakıştırmalar yapılırken,

Hakaretler edilirken, hiç mi düşünmezler, vicdan yapmazlar anlayamıyorum.

Gerçekten de aşk olsun, diyorum!

Bitmedi devam edeceğim…

Yazarın Diğer Yazıları