Aşağıdakiler ve yukarıdakiler…
“Umut ediyor, memleket iyi olacak” diyoruz.
“Olsun” istiyoruz, çünkü sıkıntıyı biz çekiyoruz.
Aşağıdakiler yani!
“Yukarıdakileri üzmeyelim…
Kendi işlerimize bakalım…
Onlar kendi işlerine baksınlar, biz de gönlümüz el verdiğince gücümüz yettiğince yarınlara güzel şeyler bırakalım” istiyoruz ya, yukarıdakilerinin öyle istediklerini hiç de sanmıyorum.
Aşağıdakiler, onların umurlarında değilmiş gibi geliyor bana.
Umurlarında değiliz, çünkü aşağıdakilerle yukarıdakiler irtibatı koparttılar…
Neredeyse irtibat tamamen kesilme noktasında…
İrtibat kopunca da geri geri gidiyoruz ya, nereye gittiğimizi bilmiyoruz.
*
“Ânı yaşayalım” diyoruz, yaşayamıyoruz.
“Kendimizi toparlamaya çalışalım,” diyoruz.
Ne gezer!
Toparlamak kim, biz kim?
Daha beter olmayalım da toparlamak şöyle kalsın.
Aynen öyle!
Sonra da başlıyoruz Allah’a dua etmeye!
Niye?
Çünkü biz aşağıdakiler olarak, bize yardım edecek memlekette kimse kalmayınca ne yapalım biz de Rabb’imize sığınacağız. Ancak, sanırım Rabb’im dahi bugünlerde bizi duymak istemeyecektir.
İstemeyecektir, çünkü belki de aşağıdakiler olarak bize öyle çok kızıyordur ki hangi birini söyleyeyim bilemiyorum.
*
Mesela “Sen benim gönderdiğim kitabı hiç mi okumadın” diye sorduğunda hadi “Okudum” diyelim.
O zaman da:
“Ne anladın?” diye soracaktır.
Biz O’na da kaçamak cevap vereceğiz, “Bir şeyler anladık işte” deyip güya birbirimizi geçiştirdiğimiz gibi Yaradan’ı da geçiştirmeye çalışacağız.
Yaparız biz bunu!
Attığımı düşünmeyin, böylesi o kadar çok var ki anlatamam.
*
Yetmeyecek, Yaradan bize:
“Anladıklarınızı hayatınıza geçirdiniz mi?” diye soracak.
Bak bu sorunun karşılığında şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki sadece bu soruya aşağıdakiler cevap veremez değil, yukarıdakiler hiç mi hiç doğru cevap veremezler.
Eğer onun kitabında anlatılanları aşağıdakiler-yukarıdakiler olarak hayatımıza geçirmiş olsaydık:
Ahlaklı olurduk…
Adil olurduk…
Yetim hakkı yemezdik.
Gelen üzümün bağını sorardık.
Hele hele kitabında defalarca “Bana döndürüleceksiniz” demiş olmasına rağmen (İnananlar için elbette), inanın bana kimsenin umurunda değil.
Velhasıl biz, O’nun bize anlattıklarını hayatımıza kazandırmadıktan sonra, -ki çok büyük bir çoğunluğumuz öyle- bizim iflah olmamız mümkün değil…
*
İstenildiği kadar “Hamdolsun!” diyelim…
İstenilmediği kadar “Elhamdülillah” diyelim, memleketin durumu…
Yönetenlerin durumu…
Asayiş durumu…
Aşağıdakilerin durumu belli!
Yer demir, gök bakır…
Kim kime dum duma…
*
Allah aşkına şöyle bir etrafımıza baktığımızda böyle bir yerde huzur…
Bereket…
Kardeşlik…
Dostluk olur mu?
Sahi söylüyorum, olur mu?
*
Bence olmaz…
Olmaz, ama bereketle…
Kardeşlikle…
Dostlukla…
İnançla…
Hakla…
Adaletle ilgili o kadar güzel konuşuruz ki bizler aşağıda kendimizi eyleriz, baştakiler ise yine hep ayrıcalıkları yaşayarak mutluluk oyunu oynarlar.
Böyle böyle onlar yukarıda, biz aşağıda kardeş kardeş geçinip gidiyoruz işte…
*
Çünkü bizler aşağıda şükrediyor sineye çekiyoruz…
Tevekkül ediyor sabrediyoruz…
Ya yukarıdakiler?
*
Onları sormayın gitsin…
Durumları iyi…
Hâlleri vakitleri yerinde, anladığım kadarıyla ne şükre ihtiyaçları var ne sabra. Öyle olunca da bize daha ne laf düşer ki?
*
Allah onları başımızdan eksik etmesin.
Amin!