Türk’ü akla getirdi!
Suriye’deki Türk Mezarı’nı boşaltmak için böyle planlara lüzum yoktu. İki ay önce başlamışlar, odalara kapanmışlar, başlarını ellerinin arasına almışlar “Ne yapsak, ne etsek...” deyip durmuşlar, plan plan üzerine kurmuşlar.
Ne gerek vardı bu korkuya?
IŞİD o toprakları istemiyor muydu? MİT konsolosluktakilerin getirtilmesinde IŞİD’in adamlarıyla bayağı yakınlık kurmuştu. Bu sefer de yine: “Bakın biz çekiliyoruz... Size türbe yıkma zevkini tattıramayız ama istediğinizi biz yaparız, türbeyi de patlatırız. Çekip gideriz, bu toprak da sizin olur.” diyemezler miydi?
IŞİD’ciler çılgın ama o kadar da aptal değiller; çatışmasız Türk toprağını ele geçirecekler. Neden razı olmasınlar?
(PKK’lı Murat Karayılan, gerçekçi: Ankara’nın IŞİD’le konuştuğunu söylemiş. Ben de, PKK ile, belki ilk defa aynı noktadayım! IŞİD’in durup dururken bir yanlışlık yapmaması için konuşulmuştur. PKK’nın desteği de cabası!)
Bakın, 15 gün sonra baba olacak bir astsubayımızı çok gereksiz bur durumda kaybettik.
Bir de meselenin bu yönünü düşünmek gerekirdi.
Ben meselenin başka yönünü dile getireceğim.
Önceki gün de yazdım... “Süleyman Şah Saygı Türbesi” deyip duruyoruz ama tarihî kronikler oranın adının “Mezar-ı Türk” olduğunu gösteriyor.
1921’deki Fransızlarla imzalanan ikili antlaşmada “Türk Mezarı” olarak geçer.
“Türk Mezarı” veya “Süleyman Şah Türbesi” ... Fark etmez. Ancak tarihte ne ad verilmişse onu da görmemezlikten gelemeyiz.
Osman Gazi’nin dedesinin Süleyman Şah mı, Gündüz Alp mi olduğu tartışmasına da açıklık getirelim: Gündüz Alp ağır basıyor:
“Şükrullah, Kemal, Âşıkpaşazâde, Meh-med b. Hacı Halil el-Konevî(” Tarih-i Âl-i Osman “), Mehmed Neşrî, Oruç Beğ ve anonim tevârih, Ertuğrul Gazi’nin babasını Süleyman Şah; Ahmedî, Enverî ve Nişancı Paşa Gündüz Alp olarak kaydederler. Ruhi Çelebi ise (Tevârih-i Âl-i Osman) önce Süleyman Şah, daha aşağıda Gündüz Alp olarak zikreder.” (Oruç Beg Tarihi, haz. Necdet Öztürk, 6. Nu.’lu dipnot, 2014).
İlk tarihçilerimizden diyebileceğimiz, Ahmedî’nin ünlü İskendernâme’sine eklediği beyitlerde, “Leşkerini cem’idüp girdi yola / Gündüzalp Ertogrıl anu’f1la bile” der. (Dr. Yaşar Akdoğan yayını).
“Türk” lafzı eski tarihlerde eğip bükülmeden yazılmıştır: Oruç Beğ’de, Yıldırım Bayezid bölümünün sonuna kadar saydım; 17 yerde Türk, Türkçe, Türkmen geçiyor. Çokluk kelime Türk’tür.
Âşıkpaşazâde Tarihi’nde 189 defa Türk, Türkmen, Türkistan, Türkçe kelimeleri yer alır. (Kemal Yavuz -M. A: Yekta Saraç yayını, 2003).
Kimse “Türk” diye “Müslüman” kastediliyor demesin; “Müslüman” ın yeri başka, “Türk” ün yeri başka.
Bir mesele: Daha önce Ahmet Davutoğlu’nun Türk Mezarı operasyonu sabahı yaptığı basın toplantısında ikide bir “nakl-ı kubûr” demesini yanlış bulmuştum. Birincisi: “Nakl-ı kubûr” halk için bir mana ifade etmez. Arapça kelimelerden kurulu Farsça bir terkiptir. “Ehl-i kubûr” a benzeterek bu terkibi kullandığı anlaşılıyor. Tabiî “nakl-ı kubûr” İslâmî söyleyiş ama kullanılmıyor. Yanlış bulmamın bir sebebi de taşınan bir kabrin olduğunu düşünmemdi. Süleyman Şah ve iki askerin kabri taşınmış. Dolayısıyla kabirler manasına gelen “kubûr” ifadesi doğru kullanılmış oluyor.