Türk Milliyetçilerinin Politik ve Coğrafi Konumlanma Sorunu
Türk Milliyetçiliği, tarihin hiçbir döneminde kendi kendine gelişme gösterememiş, daima emperyalizmin gölgesinde "dostumun dostu" ve "düşmanımın düşmanı" anlayışıyla hareket etmek mecburiyetinde bırakılmıştır.
Somut olarak ifade edersek, Türk Milliyetçiliği, Tanzimat döneminde Rus Çarlığı'nın Orta Asya'ya uzanan Panslavist politikalarına karşı İngiliz emperyalizminin desteğiyle hareket alanı oluştururken, 1903 yılında 1'inci Jön Türk Kongresi’yle birlikte İngiliz emperyalizmi, Türk Milliyetçiliği karşısında Prens Sabahaddin'in yanında yer almıştır. 2'nci Dünya Savaşı'nın sonunda ise İngiliz emperyalizminin yerini alan ABD emperyalizminin yanında Sovyet Rusya'ya karşı konumlandırılan Türk Milliyetçiliği, Berlin Duvarı'nın çöküşü ve Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla birlikte ABD emperyalizminin, 2'nci Cumhuriyetçilik adı altında bir araya getirdiği Liberaller, Siyasal İslamcılar ve Kürtçülere karşı mücadele etmek ve Ulus Devlet realitesini savunmak durumunda kaldı.
Bugün de dış etkenlerin desteklediği PKK, Sığınmacı ve Kaçak Sorunu ile Emperyalizm karşısında refleks gösteriyorlar. Bunların gölgesinde iktidar ya da siyasete etki edebilecek reaksiyon geliştirilemiyor. Acaba neden? Tarih göstermiştir ki Türk Milliyetçileri, Kontrollü Milliyetçilik ile büyüyemez ve gelişemez.
Cumhuriyetin ilanından sonra CHP iktidarı ile bütünleşen Türk Milliyetçileri, CHP gençlik kolları gibi çalışan Türk Ocakları altında faaliyet gösteriyordu ancak 1931 yılında Türk Ocakları’nın kapatılmasıyla Türk Milliyetçileri kurumsal kimliğini kaybetti.
1931-1944 yılları arasında yayınladıkları mecmualarda Turancılık ve Anadoluculuk fikirlerini yayma imkânı bulan Türk Milliyetçileri, CHP iktidarıyla karşı karşıya geldiler ve yayınladıkları mecmuaların çoğu CHP iktidarı tarafından kapatıldı.
3 Mayıs 1944 Turancılık davasından sonra CHP iktidarına karşı mücadeleye başlayan Türk milliyetçileri, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra CHP iktidarıyla birlikte komünizmle de mücadele etmeye başladılar.
1930’lu yıllardan itibaren Turancılar ve Anadolucular olarak ikiye bölünen Türk milliyetçileri, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra ise bu kez politikaya girip girmeme konusunda ikiye bölündüler.
Tanzimat döneminde Türkçülük Hareketleri, her türlü engellemelere ve yönlendirmelere rağmen, 2’nci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarının ikinci döneminde, ardından da Cumhuriyetin ilanından sonra tek parti döneminin ilk yıllarında altın çağını yaşadı ve hem fikir hem de kadro olarak iktidar olma fırsatı yakaladı.
Ancak CHP iktidarının Türk Milliyetçileri ile bu samimi dönemi uzun sürmedi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin devamı olarak kurulan Halk Fırkası’nın Cumhuriyetin ilanından kısa süre sonra halktan ve halkçılıktan uzaklaşıp feodalizme dayanan bir siyasi harekete dönüşmesi, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılmayıp tek parti mutlakiyet idaresine dönüşmesi, Türk Milliyetçilerinin millî burjuvazi oluşturma taleplerine rağmen sermaye sınıfının özellikle İş Bankası çevresinde toplanan bir grup liberal görüşlü aferist ile sınırlı kalması gibi sebeplerden dolayı Türk Milliyetçileri ile CHP genel merkezinin arası açıldı. Son olarak 1930 yılında gerçekleşen Serbest Cumhuriyet Fırkası girişiminin tasfiye edilip demokrasinin ertelenmesi üzerine Türk Milliyetçilerinin CHP ile bağı kopmuş oldu. Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in tek parti yönetimine eleştirileri, 1931 yılında Türk Ocakları’nın kapatılması ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya Büyükelçisi olarak atanmasıyla sonuçlandı. SCF kurucularından olan Ahmet Ağaoğlu, SCF kapatıldıktan sonra CHP’ye geri dönmedi ve görev süreci dolunca da bir daha CHP milletvekili adayı yapılmadı. SCF kurucularından Doktor Reşit Galip Bey, SCF kapatıldıktan sonra CHP’ye geri döndü ve Millî Eğitim Bakanı (1932-1933) oldu ancak 5 Mart 1934 tarihinde hayatını kaybetti. Türk Milliyetçilerinin önde gelen isimlerinden Ziya Gökalp, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 1924 yılında hayatını kaybetmişti. Yusuf Akçura da 1935 yılında vefat edince Türk Milliyetçiliği yeniden fetret dönemine girmiş oldu. 10 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün vefat etmesi ve devletin idaresinin İsmet Paşa’nın eline geçmesinden sonra bardağı taşıran son damla 7 Eylül 1944’te başlayıp, 29 Mart 1945’e kadar süren Irkçılık-Turancılık Davası olmuştur.