‘Türk düşmanıyız’ deyin!
Osmanlı’yı tedricen yıkıma götüren ilk “demokratikleşme paketleri” “Tanzimat Fermanı”nın ve “Islahat Fermanı”nın yayınlandığı dönemlerde, halkın irfanı, sözüm ona bu “demokratikleşmeler” in ne manaya geldiğini çok basit formüle etmişti: “Gâvura gâvur demeyeceğiz!” Hakikaten “gâvur” ve benzeri kelimeler yasaklanmıştı. Kimileri bu formülü halkın cehaletine yormak isterler ama gerçeğin tam kendisidir! ( “Gâvurlarımız” alınmasınlar, gayrimüslimlerin halk arasında “gâvur” diye anıldıklarını bilirler.)
A. Öcalan ile R. T. Erdoğan temas ve işbirliğinden sonra “demokratikleşme” dedikleri yıkım paketleri bir bir açılırken, PKK açılımcıları “Caniye cani dememeliyiz!” diye ortayla çıkmadılar mı? R. T. Erdoğan’ın bir okul arkadaşı, PKK’nın nasıl da hak arayıcı örgüt olduğunu halkı inandırmak için kurulan Yeni Heyet-i Nasiha’da yer almış ve PKK ile işbirliğine kendisini o kadar kaptırmış ki, “Artık Öcalan için, cani, katil ifadelerini kullanmayalım!” diyebilmiş ve savunmuştur. (O zat, “âkil” sıfatından dolayı çevresine pişmanlığını açıklamıştır; nedametini halka da açıklamalıdır!)
El sıkışan malûm kişiler “Andımız”ı kaldırarak “Türk”ün bir kalesini daha yıkmak istemişlerdir. Yoksa “Andımız” söylense ne olur, söylenmese ne olur.
“Andımız”ı yazan Reşit Galip, zembille gökten inmemiştir. Hayatı idrak ettiği andan itibaren “vatan” için pek çok hengâmeye atılmıştır.
Reşit Galip, Rodos ve İzmir’de orta mektebi tamamlıyor, 1911’de İstanbul’daki Askerî Tıbbiye’ye giriyor. İzmir’deyken “Ferdâ-yı Temmuz”, Tıbbiye’de “Hakikat” gazeteleri ile “Sivrisinek” adını verdiği bir karikatür dergisi çıkarıyor. Yine Tıbbiye’de Türk Ocakları’nın bir şubesini açıyor. Balkan Savaşının ikinci dönemine gönüllü katılıyor ve yaralanıyor. Ardından Dünya Savaşında da gönüllü yazılıyor ama Erzurum’da hastalanarak dönüyor. “Vatan kurtarma” çabaları yüzünden Tıbbiye’yi ancak 1917’de bitirebiliyor.
Reşit Galip, köy hekimliğini yaygınlaştırmak için “Köycüler” adıyla bir dernek kuruyor. Mondros Mütarekesi’nin ardından Damat Ferit Hükümetine karşı kaleme aldığı bir bildiriyi kendi elleriyle Polis Müdürlüğü kapısına yapıştırmaktan çekinmiyor. Kurtuluş Savaşı döneminde Dr. Hasan Ferit’le birlikte Tavşanlı’da köy çalışmaları başlatıyor ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığını üstleniyor. 1925’te TBMM’ye giriyor. Şeyh Sait isyanı sırasında, Ali Çetinkaya Başkanlığındaki İstiklâl Mahkemesi’nin de üyesiydi (1925-1927). 19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933 tarihleri arasında Maarif Vekilliği’nde bulunuyor. “Andımız”ı vekilliği sırasında yazıyor: O zamanki metin şöyle:
“Türk’üm doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçükleri korumak, büyüklerimi, saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!”
Sonra “budun” kelimesi “millet” olarak değiştirilmiş ve 1972’ye kadar öyle okunagelmiştir. Bu tarihte, eklemeler yapılmış, 1997’de bir iki ufak değişikliğe uğratılmıştır.
Çıkın, “Biz ‘Türk’ denmesini istemiyoruz, Türk düşmanıyız. Onun için ‘Andımız’ın kaldırılmasını alkışlıyoruz.” deyin, mert olun mert!