Türk-Bir’in dik duruşu!
Tipik bir “siyasî İslâmcı” nın iyi niyet gösterisi altında fesatlığı: “...ey bölgenin halkları! Bir araya gelelim, aramızda diyalog kuralım; bir Türk’ün, bir Arap’ın, bir Fars’ın hakkı ne ise -ne bir gram eksik ne fazla- bir Kürt’ün de hakkının o olacağı; din, mezhep ve etnik unsurların arındırılmaya tabi tutulmayacağı; herkesin kimliğini ifade ettiği, anadilini her alanda kullandığı; kaynakların adil olarak bölüşüldüğü bir model arayalım. Bu modelin İslam’da, tarihimizde ve şimdiki durumda sağlam kaynakları mevcuttur. Üçüncü şık yok: Ya kıyamete kadar birbirimizi boğazlamaya devam edeceğiz, ya da adam gibi konuşacağız, anlaşacağız ve bir arada yaşayacağız!” (Ali Bulaç, “Kürtlere Statü”, Zaman, 19 Mart 2015).
“Siyasî İslâmcılar” , Mustafa Kemal’i günahları kadar sevmezler. Sevmemek başka, hak teslim etmek başkadır. Sevmeyebilirsiniz ama verdiği mücadelenin anlamını yok sayamazsınız.
“Siyasî İslâmcılar” aslında “Türk”ü kabul etmiyorlar; “Türk’ü savunmak kötüdür.” diyemedikleri için “milliyetçiliğe” yükleniyorlar. Milliyetçiliğe yüklenirken “halklar” derler, ve mikro milliyetçilik yaparlar. Mikro milliyetçiliğin giderek makro milliyetçiliğe dönüşeceğini bildikleri hâlde bilmemezlikten gelirler. Böyle art niyetliler işte!
“Mikro milliyetçilik-etnikçilik” emperyalizmin zokasıdır. Siyasî İslâmcı ve Marxist etnikçiler, zokayı yutmaya teşnedirler.
Mustafa Kemal, Nutuk’unda, Millî Mücadele başlamadan önce Türkiye’nin manzara-i umûmiyesini tasvir eder. Bir tarafta Pontusçuları, patrikhanelerin ideal paralelliğini; diğer tarafta Kürt Teâlî Cemiyeti’ni ve başka “yıkıcı-bölücü” teşekküllerin kimlerin maşaları olduklarını bir bir anlatır.
Tabiî böyle maşa teşekküller ortaya çıkınca ülkenin aslî/kurucu unsurlarının elleri armut devşirmeyecektir. Mustafa Kemal diyor ki:
“Vaziyetin dehşet ve vahameti karşısında her yerde, her mıntıkada birtakım zevât tarafından mukabil halâs çareleri düşünülmeye başlanmış idi.”
M. Kemal, millî müdafaa cemiyetlerinden bahsediyor.
Kurtuluş çarelerini düşünenler “Türk’üm.” diyenler ve Türk’le birlikte hareket edenlerdir.
Yukarıda hainâne fikirlere örnek diye sözlerini aldığım zat ve gibileri o dönemde yaşasalardı, her biri birer Mustafa Sabri olup çıkarlardı. Mustafa Sabri yine “Türklüğü” biliyordu. (Eski İttihat Terakkîcidir.) O, siyasî hesaplarla “Türklükten istifa ettiğini” söylemiştir. Günümüzün “Siyasî İslâmcılar”ı Mustafa Sabri’ye rahmet okutuyorlar!
Zamanımızın millî müdafaa cemiyetlerini çatısı altında toplayan “Türkiye Sivil Toplum Birliği (Türk-Bir)” adını kaçınız duydunuz? Türk-Bir Şubat 2014’te, 27 kuruluşun bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Son bildirilerini 1234 sivil toplum kuruluşu imzalamıştır. Ne deniyor bildiride: “...ülkeyi böleceği açık olan ‘çok kültürlü’veya ‘özerk bölgeli’ya da ‘çok kültürlülüğe’dayalı bir rejim şeklini asla kabul etmeyeceğiz!”
Eğer böyle bir bildiri yayınlamak ihtiyacı duyulmuşsa ülke tehlikede demektir. Tıpkı Millî Mücadele dönemi gibi. O zaman Vahîdeddin vardı, Damat Ferit vardı... Şimdi kim var başta dersiniz... “Başkanlık/padişahlık” için saray yaptıran biri ve onun silik sadrazamı!
Siyasî İslâmcı/Marxist etnikçi güruh bunlardan cesaret alıyor.