Toplumsal travmaların asıl nedeni
Bayramınızı en içten duygularla kutlar, saygılar sunarak söze başlamak isterim sevgili okuyucularım.
Henüz karmaşadan düzene; bunalım toplumundan, normal topluma geçemedik. Zihinlerimizi kuşatan derin ve ağır siyasal travmalar sürüyor.
Lütfen aziz ve mübarek, dini anlam ve duygu yüklü ramazan ayı sürecine bakınız lütfen. Ne görüyorsunuz?
Ne anladınız?
Vaktimizi, zihinsel enerjimizi, beyin sınırlarımız içinde kurulu bulunan aklımızı neye kullandık?
Hükümet kurulacak mı? Kurulacaksa kiminle ve nasıl kurulacak?
Bahçeli hükümete katılacak mı? Acaba niye katılmıyor?
Başka?
Ekonomi, siyaset, iş, işsizlik, dershaneler, okullar, yolsuzluklar, geleceğimiz, umudumuz ve bütün bunları sürekli besleyen kaygılarımız...
Ve Türk toplumu sırf Stres dedikleri şey, işte bu kaygıların oluşturduğu psikolojik yüktür. Stresten dolayı depresyondadır.
Siyasi stresin ve kaygıların kaynağı en başta Cumhurbaşkanının kendisidir.
Bir ramazan boyunca iftar sofraları siyasal vaaz yeri olarak kullanıldı. Uhreviyat, maneviyat, dinin psikolojik huzuru, yerini, siyasetin sert, acımasız, kahredici, bütünleştirme yerine ayıran, karşıya negatif enerji yükleyen diline dönüştürdü. Cumhurbaşkanının kendi taraftarlarına pozitif, eleştirdiklerine ve suçladıklarına diye düşündürmeye itti. Böylece negatif enerji yükleyen siyaset dili, ramazanın milli huzur iklimini yumuşatma yerine daha da germeye, haber kanallarını, yorumcuları, köşe yazarlarını “acaba ne yapmak istiyor” Türkiye, bu ramazanı, gerilim psikolojisi içinde geçirdi. Bunun yansımalarını bayram sürecinde de göreceğiz.
Bu durum ve benzeri diğer durumlar, ister istemez “acaba Türkiye bir İslam toplumu mu” sorusunu gündeme getirdi.
“Hak” kavramının içinin boşaltılması, “adalet” kavramının yozlaştırılması, “hukuk” kavramının işlevsizleştirilmesi, “Allah” kavramının çıkar amaçlı kullanılması, kısacası dinin içerik ve kavramlarının basitleştirilerek, çürütülmesi sonucunda toplumda derin bir kültür ve inanç boşluğu doğduğunu da görmemem mümkün değil.
Toplumsal süperegonun derin karmaşasıdır bu. Bu karmaşa, beraberinde sosyal olayların, değerler çatışmasının, inanç yozlaşmasının sosyal ortama yükleme yaptığını gösteriyor.
Siyasetin beslediği ve taraftarlarının da körü körüne desteklediği bu söylem biçimi, bu tutumlar, aynı zamanda manevi otoritelere olan güveni de sarstı. Artık “İslamcılık çüktü” deniliyor. Hâlbuki İslamcılık kadar, İslamcılığın çöktüğünü tespit eden taraf da bir o kadar çöktü ve güven kayıp etti. Kimse kendine bakmıyor. Göz karşıyı görüyor, kendini görmüyor.
Ta III. Selim’den bu tarafa sürüp gelen batılılaşma veya modernleşme ile gelenek arasında sürüp gelen bir çatışmanın sona ermek üzere olduğunu söyleyebiliriz. Gelenekçiler modernleşme konusunda epey eleştirel veri oluşturdular. Yazdılar, çizdiler ve iddialarda bulundular. Ancak Tayyip Erdoğanla başlayan cumhuriyet sonrası yer değiştirmede başarılı sınav veremediler.
Gelenekçiler (modernleşme karşıtları) kendi tezlerini yine kendileri çürüttüler ve yenildiler. Buna cemaatler de dâhil.
Toplumsal stres ve travmaların asıl nedeni işte tam olarak budur.