Toplumsal cinnetin sebebi belli

Ortam gittikçe kötüleşiyor, toplumsal cinnet yükseliyor... Öldürmeler, saldırmalar, katletmeler, alışık olmadığımız cinayet ve buna dayalı vahşet yükseliyor.
“Peki, neden böyle oluyor? Bir sebebi var mı?” derseniz cevabım: “Elbette var” olacaktır.
İster toplumsal olsun ister bireysel tüm sosyal olayların bir açıklaması vardır. Elimde bir araştırma metni yok ama teorik olarak birkaç gerekçeyle meseleyi okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Son 6-7 yıldır Türkiye’de benzeri görülmemiş bir değer yırtılması, derin bir değerler çöküşü var. Bütün meselenin ana çıkış noktası işte tam da buradan kaynaklanıyor. Çünkü değer, kıymetli ve önemli olanı ifade ediyor. Kıymetler kıymetsizleşirse, önemli olanlar önemsizleşirse, davranışlara yön veren kılavuzlar şaşar.
Siyasete bakınız...
Son birkaç yıldır siyasal değerler anlam kayıp etmeye başladı. Siyaseten “iyi” olduğuna inandığımız, toplumca kıymetli olması gereken makamlar, beklenen davranışları artık göstermiyor. Anayasaya göre göreve gelmiş ve öncelikli işi anayasayı korumak olan İçişleri Bakanı “Ben anayasa manayasa tanımam” diyor. Hukuku en üst perdeden değersizleştiriyor. Aynı durumun öncesi de var. Bağımsız olması gereken yargı kurumlarına olan güvenin azaltılması, iktidar sürecinin bir parçasıydı. Aynı şekilde anayasaya yeminle bağlı olan Cumhurbaşkanının bir türlü partisini bırakıp anayasal görevine itibar etmemesi yine hukukun değersizleştirilmesi değil mi?
Peki, yüce dinimiz İslam. Onun pratik hayatta görmek istediği temel davranışlar, ahlak kuralları kısaca değerli saydıkları? Örneğin adalet, dürüstlük, yalan söylememe, kul hakkı yememe... En temel ve vazgeçilmez değerler değil midir?
Bakınız devleti yönetenlere, dinî değerler ne istiyorsa tamamı tersini yapıyor. Tıpkı devletin anayasasını umursamadıkları gibi dinî değerleri ve içerikleri de umursamıyorlar. Koltuğunun atında imam-hatip, ilahiyat diploması olup da devlet bürokrasisini işgal edenlerin pek çoğu, haksız ihale, haksız tayin, haksız işe alma ve adam kayırma yapıyor. Ünlü ilahiyat profesörleri, iktidarı korumayı, dinî içerikleri boşa çıkarma pahasına fetvalarla altüst ediyor.
Güya dindar geçinen milletvekilleri, gazeteciler, yazarlar, sivil toplum kuruluşları, ta devletin tepesine kadar hiyerarşide yer alanlar ve destekleyenler olumsuz gidişin sürdürülebilir olmasını sağlıyor.
İşte tam da bu noktada değerler anlamsızlaştırıldığı için, güven güvensizliğe, değer değersizliğe, ahlak ahlaksızlığa dönüşüyor.
Ekonomiye bakınız. Emek değersizleşti. Taşeron eliyle işe girme öne çıkarıldığı için emek gereğinden fazla ucuza alınıp-satılan bir meta haline geldi. Üniversite mezunu biri serbest piyasada işe girdiğinde eline geçen ücret bin 200-bin 500 lirayı geçmiyor. Ev kirası doğal gaz, elektrik, su derken, yaşam kalitesini artıracak insanı mutlu edecek ve hatta gelecek için hayal kuracak destek kalmıyor.
Sonuç, hayal kırıklığı, umutsuzluk...
Buna sosyal hareketliliği de ekleyin. Köyden kente göç ve bunun sonucu olarak yaşanan kültürel kırılmalar ve kültürel değersizleşmeler. Geleneksel kültür, kozmopolit kent kültürünün içine girdiğinde tabir yerinde ise feleğini şaşırıyor. Uyum süreci, beraberinde travmaları da getiriyor. İnsanların aklı karışıyor. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu anlayamaz oluyorlar.
Bir şey daha: Eğitimli olmak, eskiden çok yüce ve önemli değerdi. Şimdi eğitimli olmak işsizlikle boğuştuğu için değer çatışması yaşıyor. Erkeklerin önünde duran işsizlik, derin sınav kaygıları ve çaresizlik genç kuşakların hayallerini yıkıyor.
Bütün bunların temel sorumlusu elbette iktidardır. Çünkü onların 12-14 yıldır uyguladıkları ekonomi politikaları yukarıdaki sorunları çözemediği hatta bizzat yarattığı için bu birikim toplumda Durkheim’in tespitiyle ANOMİ’ye yani değerler karmaşasına ve bunalıma sebep olmuştur. Bu durumda cinnet beklenen şey değil midir?

Yazarın Diğer Yazıları