Tevâtür facia getirir!
Yörenin adı Dersim'dir. "Tunceli" adının yöreyle hiçbir ilgisi yoktur. Nedense Türklerin "tunç çağı" önceliği iddiaları yazılıp çizilir ve hadi orası "Tunceli" olsun (1935) denir. Bu saatten sonra Tunceli-Dersim ayrışmasına girmenin mantığı yoktur. Artık Tunceli'dir ve öyle anılacaktır. Ama tarihî vetirede "Tunceli" karşımıza çıkmayacağı için "Dersim" deme mecburiyetini hatırlatalım.
Her gün silâhlar patlıyor, hemen her gün şehit haberleriyle dağlanıyoruz. En ufak bir mahallî dil ayrılığından, meşrep ayrılığından, mezhep ayrılığından, birilerinin tuzağına nasıl düşüldüğünü anlayabilmek için yakın tarihte neler olduğunu belgelerde ortaya koymak gerektiğini, bu köşede yazmaya başladığımdan beri kim bilir kaç defa okumuşsunuzdur!
Tevâtürle yazanlar büyük vebal altındadırlar. Birilerine, rejime duyulan hınç, kendini mühimsetme hevesi kıvılcımı ateş topuna döndürüveriyor.
Necip Fazıl Kısakürek... Dersim'de 50 bin katl'dan, anne karnının yarılmasından, çocuğun topuğundaki süngü izinden bahseder.
İhsan Sabri Çağlayangil... Zamanın genç bürokratı, ilerisinde S. Demirel hükûmetlerinin Dışişleri Bakanı. Onun iddiaları ise çok çok daha vahimdir. Üstelik, İ. S. Çağlayangil, muhtemelen "kariyer"i için, isyancıların alelacele muhâkeme edilip asılmalarına da sebep olmuştur.
Münferit hâdiseler, söylentiler, bürokratların mevzi hataları, umumî politikanın içine sokulursa, ancak kin, ancak düşmanlık üretirsiniz; insanları ayrıştırırsınız.
Dersim...
Neresi orası? Coğrafî yapısı nasıldır? İnsanlar nasıl yaşıyorlardı? Tarihteki durumu? Kim neyi ne kadar biliyor? Kim ideolojilerinden sıyrılıp gerçekleri görebiliyor?
Bütün incelemeler gösteriyor ki, yöre bir "Türk Dersim"dir. 1937-1938 isyancıları da bu tespiti teyit etmişlerdir. 111 aşiret vardır ve bu aşiretlerin adlarını inceleyin sadece, çoğunun adının aslının ne olduğunu anlayacaksınız. Bir etnik aidiyet nasıl ortaya çıkmıştır ve nasıl bir evrilmeye gidilmiştir? Çok araştırıldı, çok yazıldı ama daha çok araştırılmalıdır.
Dersim'i, zihindeki bütün peşin hükümler, şuuraltı kalıntıları boşaltıldıktan sonra bembeyaz bir görüntüyle değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Birilerinin "bütünün" içindeki farklılıkları istismar etmelerinin önüne geçebilmek için bu değerlendirme gereklidir.
Dr. Aytekin Ersal'ın "Şeyh Sait'ten Dersim'e: Cumhuriyet'in Şark Meselesi" (Tarihçi Kitapevi) adlı eserinde, öyle kaynaklara girilmiş, öyle ayrıntılar verilmiş ki; bu kaynaklardan, ayrıntılardan süzülen bilgileri hulâsa ettiğinizde "millî devlet"in, Anadolu'nun ortasında, geçit vermez tabiatta bir ada gibi kalan insanları, ülkenin bütünüyle entegre edebilmek, modern hayatın içine sokabilmek, aşiret reislerinin sultasından kurtarabilmek, üreten, kendi emeğinin karşılığını helâl yoldan alan insanlar hâline getirebilmek için yol yapabilmek (Medeniyetin başlangıç çizgisi yoldur.), eğitim, sağlık götürebilmek için nasıl çabaladığını dönemin raporlarını okuduğunuzda görecek ve hayretten hayrete düşeceksiniz
Aşiretlerin sultası kırılamayınca, medeniyetin başlangıç çizgisi yol götürülmesine fırsat bulunamayınca, te'dib etmenin, hem de iki defa te'dib etmenin neden gerekli olduğunun idrâkine varıyorsunuz. A. Ersal'ın kitabında öyle bilgi ve belge var ki, daha paylaşacağız.