Tersine gidişin kısa tarifi

Bütün meslekleri öğreten tek bir meslek var: Öğretmenlik! Bu özelliği ile bağlantılı olarak öğretmenlik, geleneksel bir yaklaşımla aynı zamanda “Hocalık”tır.

Türkiye, modernleşme tarihi boyunca, bir taraftan eğitimi tartışırken, diğer taraftan öğretmenliği tartıştı.

Neden?

Çünkü öğretmenlik (muallimlik) en başından ulemanın işi idi. Ve sonraya doğru başta matematik olmak üzere iyi okuma yazma bilen, rüştiyeyi bitiren herkes öğretmen olarak okullarda görevlendirilmeğe başladı. Hâlbuki herkesin yapabileceği iş meslek değildir. Böylece becerisi olan herkesin işi hâline geldi. Derken 1848’de Darül Muallimin adıyla ortaokullara muallim (öğretmen) yetiştirecek bir okul açıldı. Öğretmenliğin herkesin değil de eğitimli bir sınıfın yapacağı, uzmanlık gerektiren bir iş olması böyle başladı.

Türkiye’de gerçek anlamda ilk modern eğitimin öncüsü Selim Sabit Efendi’dir. Avrupa’da eğitim görmüş, okuduğu pedagoji bilgilerini Türkiye’de uygulamış, öğretmenliğin bir meslek olmasında öncülük etmiştir.

Cumhuriyete vardığımızda, öğretmenlik mesleği çok yol kat etmişti. Bir şey daha: Öğretmenlik Cumhuriyet yönetiminin en gözde mesleklerinden en öndekiydi. Çünkü ülkenin geleceğini, yeni rejimin bekasını o sağlayacaktı.

Öğretmenler kendilerinden bekleneni yaptı ve başardı. Hangi ideolojiden olursanız olun herkes cumhuriyeti benimsiyor.

1950’lerden sonra gittikçe birbirinden ayrışan ve farklılaşarak, gerilimlere dönüşen ideolojik siyasi yapılar sebebiyle, öğretmenlik meslek algısı da siyasi oluşumların öğretileri üzerinden farklılaştı. “Cumhuriyet” ortak payda olsa da herkesin cumhuriyeti ideolojisine göre anlam yüklüydü. Hâliyle öğretmen anlayışları da farklıydı.

AKP iktidarları ve sonrasında ‘Partili Cumhurbaşkanlığı’ siyasal sisteminin bileşenleri olan Cumhur İttifakı, kendi içinde farklı ideolojik tonlara sahipmiş gibi görünseler de, özde, iktidarın kumanda merkezi tarafından üretilen siyasi kararları tartışmasız destekliyor. Böylece hatalı, eksik, partizanca alınmış tüm siyasi kararlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yanlışlar, hatalar, yürürlüğe girerek bütünüyle kamusal alana yayılıyor.

Geldiğimiz noktada, öğretmenlik mesleği, Osmanlı modernleşme döneminin gerisine doğru yol almaktadır. Bunu yapanlar da sözde Osmanlıcılar. Hâlbuki başta II. Mahmut ve II. Abdülhamit olmak üzere tüm halife padişahlar, eğitimde modernleşme yoluna gitmişler, dini ulema ile öğretmenleri mesleki olarak birbirinden ayırmışlar, öğretmenliği bir meslek olarak ulemanın dışında özel statüsüne uygun olarak eğiterek yetiştirmişlerdir.

Şimdikiler?

Onlar “Sivil toplum” adı altında çeşitli bahanelerle yeniden eğitimin/okulun içine din görevlisini sokuyor. Tarikatları okula taşıyor. Böylece eğitim, uzmanlık gerektiren iş olmaktan çıkarılıp, tıpkı modernleşme öncesindeki gibi yeniden ulemanın görev alanına girmiş oluyor. Bu tersine gidiş ve geriye dönüşler tarihten hiç ders alınmadığını, eğitimin bir bilim olarak, ilahiyattan farklı olduğunun göz ardı edildiğini gösteriyor.

İçinde yaşadığımız süreçten geriye doğru bakıldığında eğitim bilimleri, kitaplar dolusu yeni bilgi üreterek, eskisi ile kıyaslanamayacak bir doluluğa ulaştı. 1850’lerden bu tarafa, eğitim psikolojisi, çocuğu tanımamız konusunda neredeyse bilinmedik bir şey bırakmadı. Sosyoloji, eğitim sosyolojisini doğurdu. Felsefeden eğitim felsefesi çıktı. Eğitim yönetimi, eğitim programları, öğretim, ölçme ve değerlendirme konularında yeni yol ve yöntemlerden söz ediyoruz. Binlerce bilimsel araştırma ve makale, yüzlerce yüksek lisans ve doktora tezi hazırlandı ve hâlen daha hazırlanmağa devam ediyor. Kısaca eğitim bilimleri, içeriği milyonları bulacak kadar çok sayıda kitap ve dokümana, devasa bir kütüphane kuracak bilgi zenginliğine ulaştı, ama Cumhur İttifakı’nın patronu AKP iktidarı, 1848’de kurulan Darül Muallimin anlayışının gerisinde, Türkiye’yi kurtaracak reçete arıyor.

Efendiler!

Reçete orada değil, eğitim bilimlerinde. Eğitim bilimleri, koskoca eğitim bilimleri dünya kütüphanesine sahip. Her ülke, bilimsel makaleler, araştırma tezleri, yazılan binlerce kitapla o havuzu dolduruyor. Bitmek bilmeyen kaynağa sahip. Orada tüm cahilleri yutacak bilgi hazineleri var. Eğer amacınız, sahiden Türkiye’yi kurtarmaksa yol bu tarafta, değilse, 1848 öncesine götürüp Türkiye’yi batırabilirsiniz.

---------

Not: Değerli okuyucularım; Eylül ortasına kadar müsaadenizi isteyerek, sağlıklı günler diliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları