Terör İmralı’dan yönetiliyorsa...
Kürtçü bölücülük sınır tanımıyor. Demokrasi kavramı, iktidarla bölücüler tarafından çıkar amaçlı kullanılarak ülke belirli bir çizgiye oturtulmak isteniyor.
Türkiye’nin çok korunaklı olduğu söylenen ada hapishanesi, terörizmin merkezi gibi. Kandil’in gerçek gücü, devletin güvenlik kuvvetleri tarafından korunduğu söylenen işte bu merkezden ortaya çıkıyor. Eğer bu merkez devletin bilgisi dâhilinde yönetiliyorsa -ki öyle söyleniyor- bu durumda tüm gelişmeler denetim altında ve bilerek yapılıyor veya yaptırılıyor demektir.
Bu durumda KCK yapılanması, özel güvenlik birimlerinin kurulması, ardından “iki dilli bir toplumsal yapı oluşturmanın zamanı geldi” denilerek başlatılan dil ayrıştırma ve iki dillilik girişimi devleti yönetenlerin yabancısı değil.
Eğer, içinde ülkenin toprak bütünlüğünü bozarak ayrı bir devlet kurmak isteyen ve bu amaçla da terör örgütü kurarak yöneten birinin yattığı hapishane, sil baştan yeniden yapılıyor, özel hücreler oluşturuluyor, bunlar yeterli görülmeyerek bir de yalnızlık çekmesin diye yanına üç beş mahkûm veriliyor ve dahası her gün kendisiyle temaslar sürdürüldükten sonra bu kişinin dağdakileri hapishaneden yönetmesine fırsat veriliyorsa, ben derim ki bu ülkede bir tiyatro oynanıyor. Yüksekova’da oluşturulan güç, iktidar sahiplerinin bir tek itirazına, en ufak ikazına maruz kalmazken, yumurta atan çocukların “ceketimin yakasını kirletti” diye mahkemeye verilmesinin bir başka mantığı var mı?
Oynanan siyasi bir tiyatro değilse, bu çelişkinin izahı nedir? Dikkatinizi çekerim: Asıl tehlikenin, kurulu devletin ayrışmasını içeren, sokak hareketleriyle sürekli canlı tutulan bölücülük olduğu bilinmesine rağmen, iktidar sahiplerinin gelişmeleri görmezden gelmesinin haklı gerekçesini bize kim açıklayacak?
Orta düzeyde zekâya sahip herkesin Kandil ile terörist başı arasında irtibat kuran hukuk anlayışının da iflas ettiğini bilmesi gerekir. Benim ülkemde, başka hiçbir ülkede olmayan kendisiyle çelişik şeyler, öylesine sıradanlaştırılıp meşrulaştırılıyor ki, aklı ziyan etmemek mümkün değil.
Bir taraftan “hukuk reformu yapıyoruz” diyerek milleti referanduma götüreceksiniz, öte yandan mesleki ahlakı ortadan kaldırarak, hukuku terörizmin aracı haline getiren kimselere göz yumacaksınız. “Devleti parçalayacağım” diyenler Meclis kürsüsünden haykıracak; lakin iktidarı devirmek istediği öne sürülenler posta posta mahkemelere sürüklenecek.
Parçalar bütünleştikçe Türkiye’de siyasal iktidarın bir kısım yandaş medya grubuyla birlikte el ele vererek içeriği önceden kurgulanmış bir tiyatro sergiledikleri artık gün gibi açıktadır. Bu siyasal dönüştürme projesinin aracı demokrasi, yöntemi hukuku kullanma, hedefi Osmanlı sistemine benzer, seçim sistemi olan, kısmen meşrutiyet özellikleri gösteren, azıcık İslam sosuna bulandırılmış bir Orta Doğu yapılanmasıdır.
Şimdi, toplumsal nabız yoklama ve alıştırma dönemindeler. Tüm bu gelişmelere seyirci kalınmasının sebebi bu. Süreç sonunda, özel güvenlikle başlayan, iki dilli çöp bidonları ve sokak adlarıyla sürdürülen, zaman zaman da Meclis’te Kürtçe konuşarak ortama sokulan farklılaşma belirli bir noktaya geldikten sonra toplum tarafından kanıksanacak ve en nihayet iktidar, adını koyacaktır. Zaten şimdiye kadar bütün yandaş medya, zihinsel alt yapısını oluşturdu. Türkiye’de bu yayınların etkisinde olanlar, “Kardeşim adamların dillerini konuşturmamışız. Dağa taşa Türk yazmışız. E, adam Kürtse sen onu zorla mı Türk yapacaksın. Ne yapalım, istediklerini vereceksin” diyor. .
Sonuç olarak şunu söylemek lazımdır: Türkiye hiçbir zaman terörizmi ciddi olarak masaya yatırıp yönetemedi. Ne ekonomik kaynakları kesebildi, ne uyuşturucu trafiğini yok edebildi ve ne de hukuki alt yapısını kurdu. Gelinen noktada terörizm siyasal talebe dönüşerek, ülke ile pazarlık yapacak hale getirildi. Son sekiz yıldır da AK parti iktidarıyla “demokrasi söylemi üzerinden” isteklerine hızla yaklaşıyor. Birkaç adım sonrası görülüyor artık...