TDK’nın 92. yılı... Türkçe bu mu?!
Türk Dili Tetkik Cemiyeti 92 yıl önce 12 Temmuz 1932’de kuruldu. Cemiyetin adı, 1934’te yapılan kurultayda “Türk Dili Araştırma Kurumu”, 1936’daki kurultayda “Türk Dil Kurumu” olarak değiştirildi. Addaki “tetkik” ve “cemiyet” kaldırıldı.
Türk Dil Kurumu’nun sonraki evresinde 1980 öncesi ve 1980 sonrası da var. 1980 öncesinde “Türk dili” üzerinde kafa yormuş, dersini vermiş, özellikle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri, TDK’dan uzaklaştırılmışlardır. TDK’nın dil politikasıyla bağdaşmayanlar, büyük mücadele vermişler, asıl Türkçe TDK’nın uydurduğu Türkçe değil, bu Türkçedir, demişler, kitaplar yayınlamışlar, gazetelerde sürekli mücadele yürütmüşlerdir. Bu öğretim üyelerinin mücadelesini destekleyen yazarlar da gazete köşelerinde, “terör örgütü” bağlantılı dedikleri kişilere verilen ödüllerden dolayı TDK’ya tavır koymuşlardır.
12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu bir çatı altında toplandı. TDK’nın yönetimi değişti. 1980 öncesi “yaşayan Türk dili” mücadelesi verenlerin öğrencileri TDK’nın yönetimine geldiler.
1980 öncesi TDK’cıları da 1987’de “Dil Derneği”ni kurdular. “Dil Derneği Dil Devrimini Sürdürüyor” sloganıyla, kendilerince çok yavan, çok yalın bir Türkçe mücadelesi yürütüyorlar. Ama nedense derneklerinin başında “Türk” adı bulunmuyor.
Sitelerine girdim. Başyazı gözüme ilişti. “19 Mayıs, özgür ve bağımsız Türkiye’nin doğum günüdür!” başlığı altında girişte şu cümle yer alıyor:
“Mustafa Kemal Atatürk, Söylev’ine, ‘1919 yılı Mayısının 19. günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve görünüş’ diye başlar.”
Daha başta niyet ortaya konmuştur. Mustafa Kemal söze böyle değil; “1335 [1919] senesi mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umûmiye:” diye başlar.
Vaziyet ve manzara-ı umumiye “Genel durum ve görünüş’” diye açıklanmış.
Önce Mustafa Kemal’in asıl söylediği verilmedir.
Mustafa Kemal Atatürk “söylev” söylememiş, “nutuk” söylemiştir ve kitabın adı da Nutuk’tur. Sağlığında 1927’de hem özel hem halk baskısı “Nutuk” adıyla çıkmıştır. “Yeni Türkçe”yle kurulan cümlelerle doludizgin yüründüğü bir zamanda 1934’teki Latin harfli baskısında da eserin adı “Nutuk”tur.
***
Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin adının Türk Dil Kurumu olarak değiştirildiğini hatırlattık.
“Tetkik” de “cemiyet” de dilimizde hâlâ yer buluyor. Özellikle “cemiyet” mana genişliğiyle ifadeyi kolaylaştırıyor.
O günden bugüne dil tartışmaları bütün hızıyla sürüyor. “Sıfırlanmış” Türkçeyle yazıyoruz, okuyoruz, konuşuyoruz. Açın -sözüm ona- “ilmî” makaleleri, cümle yapılarındaki intizamsızlıkları bir bir görün... Kaç kelimeyi anlıyor, kaç cümleyi derinliğine kavrıyorsunuz?
Zamanımızda bu makaleleri kaleme alanlar, başka dilden kelime yüklemiyorlar, kendi uydurdukları veya birilerinin tedavüle sokmak istedikleri işlenmemiş, yerini bulmamış kelimeleri kullanıyorlar.
Türkçeden Farsçayı, Arapçayı atacağız derken, ipin ucu kaçtı. Öyle bir kaçtı ki... Türkçe varla yok arasında kaldı.
Biliyorsunuz başta Türkçe üzerine kafa yoranlar çoklukla Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’dir. Kilisli Rıfat’ı da saymak gerekir. Başka isimler de var.
Türkçeleştirmenin temeli Selanik’te atıldı desek yeridir. 1910-1912 yılları arasında Selanik’te yayınlanan Genç Kalemler Türkçemiz için, millî edebiyatımız için öncüydü. (Genç Kalemler’i, İsmail Parlatır ve Nurullah Çetin yeni harflere aktardılar. Türk Dil Kurumu yayını, 1999)
Türkçe üzerine bir kafa yoran da Celal Nuri İleri’dir [1882-1938]. 1917’de şu satırları yazmıştır:
“Türkçe aynı zamanda kelime itibariyle hem fazla, hem eksik bir lisandır. Bu da teşekkülat-ı tarihiyesi [tarihten gelen teşekküller] semere ve neticesidir. Yani bir himmet ve gayretle bu fazlalar izale [yol etme], bu eksikler telafi edilemez. Çünkü zevaid [fazalık] de nevakıs [eksiklik] da lisana dahildir. Misal: Yemek masdarı varken ve Türkçe iken -taam etmek-, ekl etmek [yemek], bel‘ etmek [yutmak] gibi elfaza [kelimelere] ne lüzum var? Bunları lügatten tay‘ edelim [atalım], demek doğru olamaz. Zira bu kelimeleri lisan mal edinmiştir. Zaid [fazla] olsun, lazım olsun bunlar Türkçe'nin mülk-i yeminidir [mülkiyetindedir]. Bu kelimeleri bilmeyen Türkçe'yi bilmemiş sayılır. Elsine-i sairede [diğer diller] de bunun emsaline tesadüf olunur. Mesela: İngilizce -hastalık- manasına malady, desease, illness, sickness aynı makamda kullanılır. Belki, bu lisanda, mezkur mefhumu ifade için başka kelimeler de vardır.
Bu kelimeler, müradif oldukları halde ehl-i lisan [dilciler] bunların suret-i istimalinde [kullanma şeklinde] bazı farklar icad etmişlerdir. Kelimat-ı mezkûreden [anılan kelimelerden] biri, mesela, amiyane ise, diğeri daha nezih, bir üçüncüsü ise belki daha ıstılahîdir.
Bu lafızların kavamisten [sözlükten] ihracı adîmülimkândır [imkânsızdır]; çünkü bunların üzerinde lisanın tasarrufunu inkâr edemeyiz.” (Celal Nuri İleri, “Türkçemizin Fazlası, Eksiği, Ittıradsızlığı Ünebânın Vazifesi”, Dil ve Edebiyat Yazıları, yayına hazırlayan: Dr. Recep Duymaz, Kitapevi, 1995)
20. yüzyılın başlarında Türkçemiz üzerine çok kafa yoruldu. Cumhuriyet dönemine zemin hazırlandı. Ancak sonra Arapça ve Farsçaya karşı akıl almaz bir tavır yüzünden ipin ucu kaçtı ve Türkçe yavanlaştırıldı.
Biz bu metinde geçtiği gibi cümleler kurulsun, demiyoruz. Dönemin şartlarında Celal Nuri Türkçeleştirmeyi ancak böyleyle izah edebilmiştir.
O dönemin metinlerinin pek çoğu elimizden geçtiği için, biliyoruz. Bilinmez kelimelere gömülmeden de metinler yazılmıştır. Yeri geldikçe bu örnekleri de vereceğiz.
Türk Dil Kurumu’nun 92. yılında, geriye dönüp şöyle bir bakılmalı; dilimizde ne kazandık ne kaybettik?