Tane tane şehitler!
R. T. Erdoğan, merak etmesin, şehitler tepesi boş kalmıyor. Yine şehidimiz geldi.
Şehitler tepesi bildiğiniz gibi Ârif Nihat Asya'nın (1904-1975) "Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor" şiirinde geçer.
R. T. Erdoğan keşke, şehitlerimizi "tanelemeden" sadece o yorgun ama gür sesiyle "Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor"u okusaydı başka söze gerek yoktu. "Şehitler tepesi boş kalmayacak" bir mana kazanırdı. Önce tanele, sonra taneleri şehitler tepesine serpele! Kim irkilmez ki... Şiirin son bendini okuyalım:
Şehitler tepesi boş değil, / Toprağını kahramanlar bekliyor! / Ve bir bayrak dalgalanmak için; / Rüzgâr bekliyor! / Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin; / Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye / Yattığı toprak belli, / Tuttuğu bayrak belli, / Kim demiş meçhul asker diye? ..."
İmralı'da PKK'nın başı Abdullah Öcalan muhakeme edilirken, 3 Haziran 1999 günü dördüncü duruşmada şehit yakınlarının avukatı Mehdi Keskin esas hakkında savunmasını okudu. A. Öcalan'ın yüzüne "Şehitler ölmez - Vatan bölünmez!" dedi ve sonra tartışma başladı. O zamanki Kastamonu Baro Başkanı Mehdi Keskin'in savunmasından:
"İnanıyorum ki, bu milletin hayatiyeti, bu vatanın bölünmez bütünlüğü, Türkiye Cumhuriyeti'nin ebediyete kadar devamı için kan veren, can veren şehitlerin, yiğitlerin ruhu, manevî varlığı; şu anda, cennetlerinden çıkmış, İmralı adası semalarında ve bu âdil mahkemenin salonunda, nur gibi ışık ışık bizlerle beraberdir. Onları minnetle anıyorum. Ve, onlara müjdeler veriyorum: Bakınız, görünüz, bir zamanlar sizlerin canı iki dudağı arasında olan Abdullah Öcalan işte şurda bakın, işte şurada... Cam bir kafesin içine girmiş, nedense... Şimdi onun yüzüne haykırıyorum: / Şehitler ölmez-Vatan bölünmez!" (A. Tekin, İmralı'daki Konuk).
"Şehitler tartışılır mı?" diyeceksiniz. O gün A. Öcalan'ın avukatları duruşmaya gelmemişlerdi. Çünkü yatacak yerleri yoktu.(Bu cümleyi başka türlü de anlayabilirsiniz. Hakkınız!) Gemlik'ten geliyorlardı ve otel sahipleri, "bölücü başı"nın avukatlarını otellerine sokmuyorlardı. Sonra yatacak yer bulundu. O yüzden "şehitler" ve "hamaset" salonda değil, dışarıda, gazete sütunlarında tartışıldı. Şimdi AKP'den kopanların kurduğu partide genel başkan yardımcısı olan Etyen Mahçupyan, "Şehitler ölmez vatan bölünmez" sözünü de geçirdiği "Müdahil Milliyetçilik" yazısında (Radikal, 9 Haziran 1999), şehitlerin avukatlarını "ırkçılıkla" itham etmişti. (Sonra Konya'dan gelen Av. Cengiz Erkoyuncu, E. Mahcupyan'ı mahkemeye vermiş tazminat kazanmıştı. ("Şehitler ölmez' derken..." başlıklı yazım. 15 Şubat 2018).
Ne yazık ki, sonra, mevcut iktidar, çok cana ve yıkıma mal olacak çözüm/çözülme döneminde, A. Öcalan'a itibar etmeye başlayınca şimdi iktidarı destekleyen gazetelere kümelenmiş Hilâl K., Kurtuluş T., Melih A., Cemil B. gibileri şehitlerimizin üzerinden PKK'yı, bölücülüğü öne çıkaran iğrenç yazılar yazmışlar, tivitler atmışlardı. Meselâ; Hilâl K. "Şehitlik kavramı İslâm'da vardır. 'Türk-Kürt savaşı' dediğiniz hadisede ise 'şehit' yoktur. Anlaması çok mu zor hakikaten?" diyebilmiştir.
Saray'ın gözdesi hanım (Reis'in en son Azerbaycan'a yolculuğunda da tayyaredeydi.) Marxit/dinsiz PKK ile verilen mücadeleyi, bir başka yöne çekiyor. Öyle olunca Beşşâr'ın adamları da "Müslüman"; savaşırsan "şehit" düşülmüyor mu?
Zırva zırva üzerine... Ve zırvalayanlar, AKP'nin gazetelerinde yazıyorlar, kanallarında program yapıyorlar.
Devleti yönetenler, hakikati söyleyenlere değil; "yağ çekenler"i itibar ederse ülke zarar görür.