Sürgün ve acı ve hasret... Bir köpeğin özlemi

Halimat Bayramuk'un “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç- Kafkas-Karaçay Türklerinin 14 Yıl Süren Dramı” romanını okudunuz mu? Bir sürgünü anlatıyor. Yaşadıkları ve gördükleri. O romanda bir köpek sahnesi var... İç acıtıcı.

İkinci Dünya Savaşı’nın iki vahşeti: Hitler’in vahşeti, Stalin’in vahşeti.

İkinci Dünya Savaşı’ndan Stalin, ABD Başkanı Roosevelt’in dolaydan desteğiyle galip çıktı. Uzanabildiği yerleri işgal etti. Demirperde ülkelerini, Varşova Paktı’nı biliyorsunuz. Bunlara girmeyeceğim.

Stalin’in bir de sürgünleri var. Çok acı, çok kanlı sürgünler. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Türk ve Müslüman kimliğini taşıyan bütün toplulukları vagonlara doldurup Orta Asya içlerine ve Sibirya’ya yolladı. Stalin’in 1953’te dünyadan gidişinden sonra onun yerine geçen Nikita Kruşçev, 25 Şubat 1956’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin XX. Kongresi’nde yaptığı konuşmasında, Stalin’in üstüne kalın bir keçe örtmüştür. Hâlâ, bizim komünistlerimiz bu kongreyi tartışırlar, Sovyetlerin sonunu getirdiğine inanırlar, hayıflanırlar. Ne diyeyim, Allah bizimkilere akıl fikir versin.

Kruşçev yıllar sonra, 1957’de sürgünlerin dönüşlerine izin verdi. Ama hepsine değil! Gürcistan içindeki Türkiye sınırından sürülen Ahıskalılar ve yine Karadeniz’in Türkiye’yle ayırdığı Kırımlılar dönemediler. Kırımlılara çok sonra kapı açıldı ama Ahıskalılar yine vatan hasreti çekiyorlar.

Bir başka sürgün daha var. Bu da komünistlerin sürgünü. “Nasıl yani?!” diyeceksiniz. Yine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’da komünistler iktidarı ele geçirmek için silaha sarıldılar. Ama yenildiler. (Türkiye’den Mihri Belli, Yunanistan’a komünistlere yardıma gitmiş, yaralanmış Bulgaristan’da tedavi görmüştü. “İnsanlar Tanıdım” hatıra kitabında ayrıntılı anlatır.)

Bu sürgünleri, hasretleri dönüşleri yerinde inceledim. Ahıskalıları, ikinci sürgün yeri Ukrayna-Donesk’in bir kasabasında buldum. Sonra Gürcistan’da da neden dönemediklerini anlamak istedim.

Çeçenler de sürgün edilmişlerdi. Onları da Grozni’de dinledim. Erken dönenlerdendi. Orta Asya’daki araştırmalarıma girmeyeceğim.

Herhâlde Yunanlıların nasıl sürgün edildiklerini soracaksınız.

Kısaca bahsedeceğim. Stalin, Yunan komünistlerine sahip çıktı. Yunanistan hükûmetiyle bir anlaşmaya vardı, komünist militanları aileleriyle birlikte gemilerle bizin Çanakkale ve İstanbul boğazından geçirerek kendisinin hâkimiyet kurduğu sahalara aldı. Bir kısmını Kazakistan’a, bir kısmını Özbekistan’a yerleştirdi. Özbekistan-Taşkent’te Yusuf Has Hacib Caddesi üzerindeki derneklerine gittim. Sürgünü dinledim, yazdım.

***

Sürgün ve acı ve hasret... Bir köpeğin özlemi...

Türkiye’de köpek tartışması hiç bitmiyor, bitmeyecek de... Osmanlı zamanındaki tartışmaları verdim. Yine bu tartışmalara döneceğim ama, can dost köpeklerden bir sürgün hikâyesini aktarmak istiyorum.

Halimat Bayramuk'un “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç- Kafkas-Karaçay Türklerinin 14 Yıl Süren Dramı” kitabını çok önce okumuştum. O gerçekçi romanda bir köpek sahnesi insanı düşündürüyor.

Gokka sürgünden dönüşünde köpekleri Samır’la karşılaşıyor ama nasıl bir karşılaşma. Okuyoruz:

Kendi mahallelerine gelince, Gokka da otobüsten in­di. Daracık sokak ile kendini aşağıya, evlerine doğru attı. Ama vücudu kas katı kesilerek dikilip kaldı. Babasının ko­caman evinden bir yonga bile görünmüyordu ortalıkta. Ev, temel taşlarına kadar sökülmüştü. Sadece çukur ahıra giri­len kapının iki yanında bulunan ağaç kolonlar yerinde duru­yordu. Avlunun orta yerinde duran büyük taşın etrafını da vahşi otlar sarmıştı. Küçüklüğünde bu taşın üzerine çıkıp oynamayı çok severdi. Doğduğu ata ocağından geride kalan sadece bu yuvarlak taştan ibaretti. Taşın üstüne oturarak Gokka hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Su arkının yanında dikilip duran Artur onu görmüyordu. Yakında bir yerden, köpek havlaması geldi. ‘Aman Allah’ım!’ dedi Gokka, otla­rın arasından süzülüp gelen köpeği görerek. ‘Bu babamın Samır'ı! Gözlerime nasıl inanayım?’ Köpek ise Gokka'nın çevresinde sesler çıkararak döndü, onu kokladı ve karşısına geçip ayaklarını öne uzatarak yere çöktü. Sonra da mahzun gözlerle ona bakmaya başladı. Köpek iyice yaşlanmıştı. Es­kiden pırıl pırıl parlayan kırmızı tüyleri incelmekle kalma­mış, kırlaşmıştı. ‘Acaba bizim Samır değil mi?’ Majay hay­vanlarının kulağına en koyardı. Samır'ın kulak ucunu makta (makasla?) keserek enediğini hatırlayarak Gokka ona dikkatlice bakın­ca, gerçekten Samır olduğunu anladı ve başını okşadı. Kö­peğin gözlerinden yumak yumak yaşlar geldiğini görerek, Gokka'nın bütün azaları tir tir titrediler. Samır'a ekmek parçası verince, yemiyerek, başını özlemle Gokka'nın ayak­larına yaklaşabildiği kadar yaklaştırdı ve ona lisan-ı hâl ile acılarını anlatmak istedi.” (Karaçay Türkçesiden aktaran: Yılmaz Nevruz, Ötüken Neşriyat, s. 275-276)

***

Köpeğin hasreti, insanın hasreti... İnsanlar da iyi, köpekler de iyi, insanlar da vahşi, köpekler de vahşi...

Biz yaşıyorsak onlar da yaşayacak, Tedbir alacaksak yaşatma tedbiri alacağız.

Yazarın Diğer Yazıları