Sorun: Siyasal dindarlaşma
Bilinenin aksine ilkel dinlerden semavi dinlere kadar din, her zaman politik iktidarlar için bir araç oldu.
Bugün de öyle.
Dinin ilk defa politik bir araç olmaktan çıkmasını isteyen seküler/laik düşünceydi. Onlar da dinin iyiliğini düşündüklerinden değil, kendilerini yönetmesinden korktukları için karşı çıkmışlardı. İktidarı sürdürmek, kalıcı ve ebedi taraftar oluşturmak için, demokrat adlı pek çok din vurgulu parti kurulmasının önüne geçemediler. Alman Hıristiyan Demokratlar böyle.
12 Eylül darbesine bakınız.
O kadar irtica vurgusu yaptı. Öyle sandık ki dini ortadan kaldıracaklar.
Peki, sonra ne oldu?
Din karşıtıymış gibi görüntü veren askerler, imam-hatip okullarını yurdun dört bir tarafına yaygınlaştırdı. Okullara din kültürü ve ahlak bilgisi dersi koydular. 1982 anayasasında da teminat altına aldılar.
28 Şubat?
O daha feci bir din aleyhtarıymış imajı uyandırdı. Hocaları tek tek toplayacaklar sandık. Meğer bir Müslüm Gündüz tüm sorunların odağı imiş.
28 Şubat’ın ülkeyi getirdiği yere bakalım. Siyaset cephesine yani.
Karşıyız dediklerini ikiye böldükten sonra, aradan mazlum bir kahraman yaratarak, iktidara taşıdılar.
Din ve dindarlık, siyaseti düzenleme aracı oldu.
Soralım: Eğer Türk siyasetinin içine bu kadar din söylemi girmeseydi ve bu kadar din karşıtı manevra yapılmasaydı, yeni kurulmuş AKP iktidar olabilir miydi?
Ama oldu.
Diyalektik işledi ve antitez kendi tezini yarattı.
Demek ki neymiş; din, olumlu ya da olumsuz her ne olursa olsun toplumsal kitlelerin yönlendirilmesinde (toplum mühendisliği, olarak) bir araç olarak kullanılmış ve sonuçta buradan siyasal iktidar üretilmiştir.
Şimdiye bakınız.
İktidar “dindar gençlik yetiştireceğiz” derken yüzünü CHP’ye çevirerek söylüyor.
Neden peki?
CHP içindeki sosyalist materyalist çevreden sert tepki bekliyor da ondan.
Gördünüz mü siyaseti?..
Böyle bir çatışma ile bizzat dinin kendisine mi hizmet etmiş oluyoruz yoksa siyasal iktidarımızın devamlılığına mı?
Kutsalın oyuncak edilişinin hikâyesi hazindir aslında. Her nedense “dindarım” diyenler bu öyküyü hiç yazmıyor.
Bu da bir samimiyet sorunu.
İmam hatip okullarını açmak için koparılan fırtınaya bakar mısınız? Kaç haftadır Meclis kavga halinde.
Sorun ne?
Sorun, “nasıl bir eğitim sistemi düzenlemeliyim ki ülkem en hızlı bir biçimde kalkınsın” sorusu değil. Sorun, “ne yapıp etsem de eski günlerdeki gibi devlet okullarını kendi parti ocağım haline getirsem” anlayışıdır.
Öğretimi kesintisiz olmaktan niye çıkarıyorsunuz onu anlamadım.
Kesintisizliği aynı okul, aynı bina olarak mı algılıyorsunuz? Kesintisizlik, okulu/binayı, bölümü değil, eğitim sürecinin kendisini ilgilendiriyor. Öyle ise, eğitimin birazı ilkokulda, birazı da ortaokulda olmak üzere farklı okullarda kesintisiz olarak süremez mi?
Sürer. Ama gel de anlat.
Sorun okullar değil, siyasal dindarlaşma sorunudur...