Size kendimi anlatabilir miyim?
Okuyucularımın çoğu bilmiyor. Doğrusu ben de anlatmadım. Kimi yazarlar gibi kendimden söz etmek âdetim değil. Ancak şimdi ister istemez kendimden söz edeceğim ve projelerimi anlatacağım. Önceki günkü Yeniçağ’da ülkücüleri konu edinen bir film çekildiği haberini okuyunca ne yalan söyleyeyim hayıflandım.
O ekiple birlikte olmak isterdim.
Öğrencilik yıllarımda kısa adı TÖMFED olan Töre Musiki Folklor ve Eğitim Derneğinde idim. Ülkü Ocaklarının yan kuruluşu gibi çalışırdı bu dernek ve kendi başına özerk bir yapısı vardı. 12 Eylül 1980 öncesi yurt genelindeki tüm parti ve ocak gecelerini bu dernek yapardı.
TRT’den Seyit Al, Akif Özüşen gibi dönemin tanınan sanatçılarını kiralardı. Ünlü halk ozanlarından Hilmi Şahballı, Ozan Arif, Osman Feymani, Abdulvahap Kocaman, Reyhani gibi burada ismini sayamadığım daha pek çok sanatçı ve ozanla uzun Anadolu seyahatlerimiz oldu.
O tarihte, hafif müzik ve rakçılarla işimiz yoktu. Daha çok Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği ile ilgileniyorduk. Esasında bizim seyircimiz de bunu istiyordu. Ben, aziz ve güzel dostum -dilim varmıyor ama- rahmetli Ensar Kılıç’la birlikte TÖMFED’in tiyatro kolundaydık.
Ensar’dan farklı olarak ben sunuculuk da yapardım. Bu sebeple pek çok sanatçıyı, ozanı sunduğum, gecelerin ekonomik hesaplarını tuttuğum olurdu. O günlerde TRT Ankara Radyosunun “Gecenin İçinden” programı ünlüydü. Radyo toplumsal ortamda bir hayli etkiliydi. Çünkü, tek televizyon kanalı olan TRT, Türkiye’nin pek çok yerinde çekmiyordu. Gecenin İçinden programını, TRT spikerlerinden Harun Yöndem ve Gülgun Feyman birlikte sunuyorlardı. Programı geç saatlere kadar dinlerdim. Çünkü Harun’la aynı evde kalıyordum. Harun daha sonra Ankara Radyosu’nda Kültür Şube Müdürü oldu. Şimdi İstanbul’da oturuyor ve emekli. Rahmetli Ensar Kılıç, o tarihlerde Ankara Devlet Konservatuarında tiyatro eğitimi alıyordu, benim gibi öğrenciydi. Bense Ankara Atatürk Eğitim Enstitüsünde okuyordum. Harun ve Ensar’la olan tanışıklığım beni sanatla yüz yüze getirdi. Tiyatro turneleri düzenledik.TÖMFED bana uygulama alanı sundu. Onun sayesinde neredeyse bütün Anadolu’yu dolaştım.
Ben de konservatuara girmek istedim ama olmadı. Bir öğretim döneminde 7 ya da 8 kişi alan Ankara Devlet konservatuarı Tiyatro bölümüne girmek için elbette sanat yanın olacaktı ama bu yetmiyordu. Ayrıca iyi bir torpil gerektiriyordu. Kaldı ki okul sol grupların elindeydi. Hocaların çoğu senin kabiliyetin varmış yokmuş önemsemiyordu. Ülkücü kabiliyetli yerine solcu kabiliyetliyi alıyordu. İşte sırf bu bağnaz bakış sebebiyle ben ve benim gibiler kendi ülkesinde istekleri karşılanmamış, hakları çalınmış kimselerdir. Sanatı bırakmadım. Çıkışlar aradım ve 1989’da Yeşilgiresun Gazetesinde günlük köşe yazarlığına başladım ve o gün bugündür basın benim mesleğimin ikinci yarısını oluşturdu. Tercüman’da, Büyük Kurultay’da başlayan yazı hayatım, Yeniçağ’da sürüyor. Bu arada tiyatrodan gelen esintiyle olsa gerek, sinemaya yöneldim. Atatürk’ün Muhafızı Yarbay Osman Ağa adlı tamamen amatör bir belgesel film çektim. “Karanlıkta Cinayet”, “Aşk Umuttur” gibi iki de drama çektim. Senaryolarını kendim yazdım, yönetmenliğini ve kameramanlığını da kendim yaptım. Drama filmlerim 30-35 dakika. Önceki gün Yeniçağ’da “ülkücüleri anlatan film” haberini okuyunca önceden yaptığım bir proje aklıma geldi. Ben bizzat ülkücülerin kendi oynadığı, yine kendilerini anlatan, yüreğini, doruk duygularını yansıtan, bezen fantastik öğeler içeren ve adı da “Ülkücü” olan bir film çekmeyi hesap ediyordum. Ancak mesele çekmek değil, ekonomi olunca ertelemek zorunda kalıyordum.
Ayrıca, Dursun Önkuzu’nun şahsında ülkücünün gönül dünyasını anlatan, içimizi yakan bir öyküyü cihana anlatmak istiyorum. İşte o sebepledir ki 1970-1980 döneminde Ülkücülerin mücadelesini anlatan “Bozkurtlar- Deli Sevda” filmini önemsiyorum. Desteklenmesi gerektiğini, bu tür ekiplerin güçlendirilmesinin şart olduğunu söylüyorum. Ben çekemezsem arkadaşlar çeker yahut kim bilir belki ben de sevdamı bulurum.