Sistem karşıtları kazanıyor

Kim ne derse desin, yeniden yapılandırma süreci başarılı bir biçimde işliyor ve tespit edilen hedefe doğru yürüyüş sürüyor. Benim gibilerin söylemlerinin arkasında duracak milli güçler, ortam düzenlenmesi sırasında bertaraf edilmiş durumdadır.
Bir kere daha açık ve net olarak söyleyelim ki, Türkiye’de değişimi yönetenler değişime karşı olanlardan çok daha başarılıdır. Eğer bugün açılım politikalarının bir gereği olarak İmralı ile görüşme aşamasına gelmişsek, bu öyle kolay olmamıştır. Kenan Evren’le sinyallerini veren “federasyon” dillendirmesi, Özal ile kısmen daha da açılmış, 28 Şubat planlayıcıları eliyle de Erdoğan hükümetine devredilmiştir.
Türkiye’nin sosyal dinamiklerini çok doğru okuyabilen değişim yönetimini uygulayanlar, bir taraftan kitlelerin reflekslerini tespit ederek, kitleleri başarılı bir biçimde yönlendirmekte ve bir taraftan da istedikleri amaca doğru Türkiye’yi sürüklemektedirler. İşte DTP ile gelinen süreç karşımızda duruyor.
İmralı ile konuşmayı “şerefsizlik” olarak niteleyen Başbakanın, emrinde çalışanların sürdürdüğü görüşmeleri kullandığı ağır kavram adına durdurması beklenmez miydi?
Beklenirdi.
Ama durdurmuyor.
Durdurmayacak da.
Neden?
Çünkü temel hedefi bu.
Peki, buraya nasıl gelindi? Milli güçler, bir başka ifade ile milliyetçiler/ulusalcılar duruma müdahale edemezler miydi?
Öncelikle şunu belirtelim ki, milliyetçiler/ulusalcılar bu gelişmeler karşısında beklenen performansı gösteremediler. Hatta yenildiler diyebiliriz. Yenilmelerine sebep olan birinci gerçek, telefon dinlemeleriyle başlatılan psikolojik korku ve beraberinde getirilen tutuklamalardır.
Sonra?
Darbe gerekçesiyle yapılan operasyonlar.
Başka?
Ordunun hizaya sokulması.
Daha başka?
Basın-yayın organlarının el değiştirmesi, medya gücünün dolayısı ile de kamuoyu düzenleme yetkisinin değiştirilmesi.
Çok daha başka?
Milliyetçi/ulusalcı siyaset yöneticilerinin karşı politika üretememesi.
Bütün bunlar ve daha başkaları Türkiye’de ortam düzenlemesi yaptı. İstenen ortam sağlanınca, geriye ortamı yönetecek siyasi iradenin güçlü kılınması ve kamuoyu desteğinin sağlanması kalıyordu. Bu da referandum süreciyle tamamlandı.
Kitle kontrolünde, cemaatlerin rolünü unutmamak lazım. Koca kalabalıkların istenen istikamete sürüklenmesinde en önemli rolü bunlar oynadı. Bunlar sayesinde ortam düzenlenmesi başarılı oldu.
Özellikle siyasal iknada, iknanın ve kanaatlerin yönlendirilmesinde inanç faktörü önemli bir rol oynadı. Zaten aksi beklenemezdi. Milli kültür ve kodları kitlesel yönlendirme bakımından bu imkânı toplum mühendislerine hazır bir paket olarak sunuyor zaten. Geriye kalan, sosyal grupları ve bu grupların davranışlarını bilmektir. Mesela 28 Şubatçılar dine aşırı baskı yapar ve zulme kalkışırsa ne olur? Millet sahiplenir. Hani son zamanlarda paşanın biri diyor ya: “Kıbrıs’ta Türk toplumunu bir araya getirmek için cami bile bombaladık” diye. Tıpkı onun gibi.
28 Şubat, AKP’yi iktidar yaparken eş zamanlı olarak da önceden çatışan, birbirine hakaret eden tüm cemaatleri bir araya getirerek ortak bir amaca yöneltti. Şiir okuyan, ağzı laf yapan eski İstanbul Belediye Başkanı gibi mağdur bir siyasal lider figürü ise mıknatıs gibi güçlü bir çekim alanı oluşturarak kitleleri sandıkta buluşturmaya yetti. Ardından bir araya gelen kitlelerin safları bozmamaları için kullanılacak kültürel kod arandı ve bulundu: Türban! Karşıtlar türbana “geçit yok” dedikçe, lider rolünü oynadı. Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı, derken yargı zaman içinde kendilerinin oldu. Öyle ise sistemi, eş deyişle statükoyu yerle bir edip, yeni bir anayasa, yeni bir siyasal düzen ve yeni bir Türkiye kurulabilir.
Kuruluyor da. Engel olacak güçler hizaya getirilmiş, ortam düzenlenmiştir. Bir türlü çuvala sokulmayan baş sokulmuştur. Artık gerisi bunların insafına kalmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları