Sıra değil öncelik Türkiye’deydi
İran Genelkurmay başkanına kızdı bizimkiler. “Sıra Türkiye’ye gelecek” lafı bir ikaz ve iyi niyet olarak algılanmadı. Oysa öyle de algılanabilirdi.
Son gelişmelere topluca bakıldığında görülmektedir ki aslında İran Genelkurmay Başkanı da yanılıyor.
İlk sıra zaten Türkiye’nindi.
Türkiye en başından beri bugünün gerçekleşmesi için önceden düzene sokulan ülkeydi.
Hatırlayın lütfen!
1991’de Sovyetler Birliği’nin çökerek glasnost ve perestroika politikalarıyla Rusya’nın kendini yeniden kurma ve inşa süreci başlar başlamaz, ABD dünya liderliğinin yeni formülünü Orta Doğu üzerine kurdu. Çünkü soğuk savaş ve iki kutuplu dünyanın Varşova Paktı tarafı çökmüştü. NATO için yeni bir yapılanma ister istemez şart olmuştu.
“Geleceği öngörme” politikaları bağlamında ABD ve stratejistleri esas düşmanın “İslam” olduğunu açıkça söylediler zaten.
Hatırlarsanız biz 1990’lı yıllarda gazete ve televizyonlarda bunu tartışmaya başladık.
İşte Büyük Orta Doğu Projesi, bu gelişmelerin ürünü olarak doğdu. İçeriğinde ilk hamlenin Türkiye’de olacağı yazılıydı. Bunun için iki önemli kesim içinde faaliyet başlatıldı. Biri milli tavırları da olan ancak yapısı itibariyle Orta Doğu’da bulunan pek çok örgütle anlaşması kolay oyan Milli Görüşçüler içinden ikincisi de cemaat içinden etkinliği yüksek, “bağnaz olmayan” bir grubun devşirilmesiydi.
Her ikisinin ortak düşmanı aşırı laikleşmeden yana gördükleri Ordu ve Kemalizm’di. Bu ortak düşmana karşı ikisinin gücü birleştirilirse Türkiye’de hem siyasal sisteme bir çeki-düzen verilebilirdi, hem de ABD’nin Büyük Ortadoğu politikaları bunlar aracılığı ile yürütülürdü. Çünkü her iki kanadın beslendiği kaynak kutsala dayanmaktaydı.
İslam!
Türk halkı, dini değerler üzerinden yürütülecek bir operasyonu, solculuk üzerinden yürütülecek bir operasyondan daha çabuk kabullenir sindirirdi.
Kaldı ki solculuk bölücü siyasetin argümanıydı. Solculukla Kürt devletinin kurulması, İslamcılıkla da Türkiye’nin buna ikna edilmesi sağlanırsa her şey yoluna girebilirdi.
Nitekim öyle oldu.
Cemaat, Türk milli duyarlılıklarını, tüm milliyetçi refleksleri, karşı koyuşları, yumuşak bir tavırla eriterek, İslami değerler paketi içinde geniş kitlelere yutturdu.
Milli Görüş ise, 28 Şubat darbesiyle Ordunun ve Kemalizm’in hışmına uğratılarak toplumda bir şok etkisi yaratılarak, parçalandı. Parçadan kopacaklar önceden belli idi. Onlar kendilerini “yenilikçiler” olarak topluma tanıtıyorlardı. Ilımlıydılar, İslam’ı bağlısı oldukları Erbakan gibi “yorumlamıyorlardı.” Demokrasiyi öne çıkarmaktaydılar. Öyle “D-8” gibi İslam toplumlarının bütünleşmesini savunan, katı ümmetçi bir ideolojik anlayışları da yoktu. Tüm politikalarını İsrail karşıtlığı üzerine kurmak amacı da gütmüyorlardı.
Çünkü ABD ile yaptıkları anlaşmada “ılımlılaşma” vardı.
Türkiye’de yaratılan “dindar mağduriyet”, hemen etkisini gösterdi. AKP iktidar oldu.
Büyük Ortadoğu politikaları tıkır tıkır işliyordu. Sırada Saddam’ın yönettiği Irak vardı.
ABD, NATO’dan tanıdığı Özkök Paşa gibilere “tezkereyi geçirin” dedi. “Meclise baskı yapın” dedi ama askerler içinde milliyetçiliği ağır basanlar itiraz etti. Bu arada aynı Kemalist bakış, Erdoğan’ın başbakanlığını engellemeye, yeni kurulması düşünülen siyasal düzeni engellemeye devam ediyordu.
Tezkere geçmedi.
Başımıza çuval geçti. Ve Kemalizm’in belinin kırılması gerektiği kararına varıldı. İktidar güçlendirildi, askerler hapishanelere dolduruldu, basın hizaya çekildi, yeni düzen ve bu düzenin basını yaratıldı.
Şimdi İran, Irak, Suriye gibi tüm komşularımızla aramız bozuk. PKK, başta ABD olmak üzere İran, Irak ve Suriye gibi çeşitli devletlerin desteği ile Şemdinli ve Hakkâri’de yer kapmaya çalışıyor. Hadise budur.
İran Genelkurmay başkanına niye kızdık? Aslında ilk hedefin Türkiye olduğunu bilemediği için mi?