Şiddet devletin tepesine çıktı

Türkiye tüm değerlerini ve kazanımlarını kaybediyor. Sokağa inmiş bir Başbakan ve danışmanını görüyoruz. İnsanları herkesten önce kendileri tekmeliyor. Hoşgörü yerine öfkeyi, yumuşak huyluluk yerine şiddeti seçen bir başbakanla karşı karşıyayız. Sığındığı markette sağduyu çağrısı yapacağı yerde önce kendisi saldırıp vuruyor. Kısacası her şey tersine dönmüş durumda.
Atalar sözünün tespitiyle “balık baştan kokarsa” gerisini kim durduracak? Ve dolayısı ile devletin tepesindeki şiddeti kim durduracak?
Bu şiddet ve öfke kültürünün varacağı yer, duracağı menzil belli değildir. İleride neye dönüşeceğini de tam bilmiyoruz. Bu durumda gelin hep birlikte Allah’a dua edelim de bir an evvel içinde bulunduğumuz durumdan bizi kurtarsın. Zillet bağrımıza çökmüşken, adalet aramak boşuna... Ne diyor atalar sözü? “Aş taşınca kepçenin bağı sorulmaz.”
İçinde bulunduğumuz süreci anlamanın yolu farklı Türkiyeleri anlamaktan geçiyor. İki Türkiye var: Biri Erdoğan Hükümetinden önceki Türkiye, diğeri kendisiyle başlayan sözde “Yeni Türkiye.”
İlk Türkiye’de sıkıntılar vardı. Demokrasinin çıtasını yükseltmek adına pek çok şeyi de eleştiriyorduk. Ancak özgür manşetler de vardı. Özgür tartışmalar yaşanırdı. Evet, değişmesi gereken şeyler de vardı; doğru. Demokrasinin üzerinde ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi duran vesayet sistemi mesela.. Ancak buna rağmen devlet kurumlarının, ülkeyi yöneten bürokrasinin, halkın seçimle iş başına getirdiği başbakan ve diğer siyasetçilerin makamlarından doğan statülerine yakışan bir ağırlığı da vardı. En azından eksikleri olsa da güvenilir bir hukuk düzeni hüküm sürmekteydi.
Toplumsal güven algısı oldukça yüksekti. Devletin kurumlarına güvenilirdi. Ne olup bittiği, nerede duracağı üç aşağı beş yukarı herkesçe bilinen bir düzendi bu. Vali valiliğini bilir, partici particiliğini. Başbakan makamı doldurmaktaydı. Farklı siyasi partilerden olsa da kendisine söyleneni “herkesin başbakanı sorumluluğu içinde” dinler gereğini yapardı. Valiler de öyle. Pek çok valinin baştaki hükümetin partisinin il başkanına taviz vermediğini, devletin tarafsız gücünü gösterdiğine şahit olurduk.
Eski basının da tüm eksiklerine rağmen, adil bir yanı vardı. En azından olayların üstüne gidebilir, sonuna kadar sorgulayabilirdi. Gerçi kendince iktidarlara düzen vermek istekleri, hatta kimi patronların evinde hükümet kurma çalışmalarına yeltendikleri de oluyordu ama açıktan bir haksızlığı desteklemezlerdi.
Ancak Tayyip Erdoğan’la başlayan “Yeni Türkiye’de” bunların hiçbiri yok. Güven gitti, nereye gittiyse.. Hukuk devletinin “hukuk” kısmı emirlerle darmadağın oldu. Yerinde yeller esen bir hukuk düzeni var. Hâkimler miting meydanlarından yuhalanıyor, savcılar talimatla iş görüyor, en yüksek mahkemeler halkın önünde fırçalanıyor.
Bir basın doğdu Erdoğan hükümetlerinin “Yeni Türkiye’siyle.” Öyle bir basın ki yanlışı doğruyu ayırt etmekten çok, açıkça hükümetin resmi taraftar bülteni gibi. Haberde doğrunun ve adaletin peşinde değil. Hükümetin ardında ve arkasını kollamakla görevli. Diyelim ki yolsuzluk haberi mi çıktı. Bunlar daha efendileri konuşmadan taraftar ve kollama bilinciyle başlıyorlar savunmaya. Peki, gerçeğin peşinde kim olacak? Doğru ve hak nasıl anlaşılacak? Belli değil, işin doğrusunu söylemek gerekirse bunlara göre önemli de değil. Haydin bunu anladık diyelim. Peki, öteden beri söylemleştirdikleri İslami doğrular ile tutarlık nereye konulacak? O da umurlarında değil. Önemli olan kendilerini var eden hükümeti sonuna kadar desteklemek ve bu ekonomik kazanç düzenini sürdürmek. Onlar için din, halkı ikna etmenin bir aracı. Gerekirse iktidarda kalabilmek için eldeki en güvenilir argüman olarak daima kullanacakları bir materyal.
“Yeni Türkiye”, hakkın çiğnene çiğnene iyice ezilip döküldüğü Türkiye’dir. İşte bunun için Soma’da gerçeği aramak yerine ona buna sataşıyorlar. Madenci ölümlerini “kadere” bağlayarak kendilerini kurtarıp suçu ilahi olana yüklemeye çabalıyorlar. İçlerinde yönetemedikleri bir öfke var. İtirazları kabullenemiyorlar. Halkı kabullenemiyorlar. Taşeron sistemini, getirdikleri düzeni de kadere bağlamaya çalışırlarsa şaşmayın. Çünkü onlar için İslam, sadece bir iktidar aracı. Vicdan işi değil. İman, pratiğe yansımıyor. Hayatı yönetmiyor. Dışa vurmuyor. İyice bakın ve anlayın artık. İnanç, işçiye tokat atmayı önlemiyor, göstericilerin psikolojisini anlamayı sağlamıyor. Maden işçisinin İLO sözleşmelerine uygun çalışması gerektiğini davranışa dönüştürmüyor bunların inancı? Ruhun derinliklerine inmeyen İslami değerler, vicdan yaratmadığı, dışa vuramadığı için bu gibilerin hayatını da yönetmiyor. Sözde kalıyor. İşte bu sebepledir ki “Yeni Türkiye,” şiddetin devletin tepesine çıktığı Türkiye’dir.

Yazarın Diğer Yazıları