Seyahatnameler... Tarihe düşülen notları
Seyahatnameler de tarihe düşülen notlardır. Her zaman dikkat çekicidir. Elbette gezen kişinin bakış açısı da tarihî not için mühimdir. Bakış açısı üslûbu da getirir. Aynı dönemde aynı güzergâhtaki seyahatler karşılaştırıldığında, hem dönemin anlatış üslûbunu anlama, kişinin gördüğü yerlere ünsiyeti ve uzaklığı, ayrıca dil bilgisinin derinliği veya sathîliği fark edilecektir. Kuru anlatışlarda bilgi bulunmakla beraber döneminin ruhunu aksettirmekten uzaktır. Gezen kişinin üslûbu, dönemin fikrî havasını ve kültürünü de ortaya koyar.
Türklerde ilk seyahatnameler Farsçadır. Gıyasuddin Nakkaş, Timur’un oğlu Şahruh Çin’e giderken ekibine katılmış, gördüklerini yazmıştır. Eseri Acaibü'l-Lefâif adını taşır. Ali Ekber Hıtâî adlı bir tüccar da Hıtâîname adını verdiği eserini İstanbul'da tamamlamıştır.
Dünya edebiyatının seyahatnâmeleriyle tanınmış ünlü isimleri Venedikli Marco Polo (1254-1324), Arap gezgini İbn Batuta’dır (1304- 1369).
Tabiî bizde ilk akla gelecek gezgin 1611-1685 yılları arasında yaşayan Evliya Çelebi’dir. Evliya Çelebi'nin çeşnili bir dille kaleme aldığı 10 ciltlik Seyahatnâme’si XVII. yüzyıl Türkiyesinin sanatını, tarihini, coğrafyasını, folklorunu, geleneklerini göreneklerini ayrıntılarıyla verir. Ayrıca Seydi Ali Reis'in Mir’âtü'l-Memâlik, Trabzonlu Mehmed Âşık'ın Menazıru’l-Avalim, Nâbî'nin Tuhfetü'l-Haremeyn, İzzet Molla'nın Mihnet-keşan adlı eserleri Tanzimat'tan önceki devrede yazılmış seyahatnâmelerdir. (Arslan Tekin, “Seyahatnâme”, Edebiyatımızda Terimler)
Geçmişte yabancılar, Osmanlı sahasına bir diplomat olarak, bir gezgin olarak girmişlerdir. Bunlardan bir Hans Dernschwam’dır (1494-1568). Amasya’ya kadar ulaşmıştır. Yol üzerine notları dikkat çekicidir. Prof. Dr. Yaşar Önen’nin “İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat” adıyla tercüme ettiği eserini merakla okumuştum.
***
Aynı dönemden Habsburg Hanedanı’nın başında olduğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun diplomatik kuryesi Jakob von Betzek’in seyahat notları “Bütün Yollar İstanbul’a Çıkar-Jakob von Betzek’in Macaristan ve Türkiye’ye Diplomatik Kurye Olarak Seyahatleri” adıyla yayınlandı. (Yayına hazırlayan: Ergün Özsoy, Libra Yayınları, 183 s.)
Kitap şu notla tanıtılıyor:
“Viyana ve Budin'den yola çıkıp kadim yollar ve yerleşim yerleri bakımından zengin Balkan coğrafyasından geçerek 1564/1565, 1572, 1573 yıllarında üç kez İstanbul'a gelir. Bu seyahatleri sırasında tuttuğu notlar, Türk tarihi, o dönemdeki diplomasi ve İstanbul hakkında değerli bilgiler ihtiva eden bir kaynaktır. İkisi el yazmalarından olmak üzere ilk kez Türkçeye aktarılan üç ayrı seyahatin notları bu döneme kişisel bir perspektiften ışık tutar. Betzek'in yazdıkları, İstanbul'un tarihî, kültürel ve diplomatik bir buluşma noktası olduğunu gözler önüne serer.”
Jakob von Betzek, yol üzeri gördüklerini, öğrendiklerini, sade dille anlatıyor:
“Bulgaristan'a geldik, burada da çok sayıda insan yaşıyor. Güzel ve verimli toprakları olan bir ülke. Tahıl, pirinç, üzüm ve benzeri ürünler yetişiyor. Sırbistan'da olduğu gibi sade insanlar ve çoğu Hristiyan. Kadın ve erkeklerin elbiseleri aynı şekilde yapılmış. Sadece kadınların etekleri ön tarafından yarısına kadar kesilmiş tamamı kaba keçe veya yünden yapılma. Kadınlar ziynet eşyası olarak Macar fenikleri ya da Türk akçelerini kulaklarına küpe olarak takıyorlar. Evlenmemiş kadınlar saçlarını sadece bir örgü yapıyor. Bundan başka kahverengi ve siyah at kıllarından küçük örgüler de yaparlar, bunları başlarının üzerine toplar, sonra altından tekrar uzun örgüler yaparlar ve tokalarla tuttururlar, İspanya'da katırlara asıldığı gibi. Eskiden Almanya'da atlar da böyle süslenirdi. Parmaklarına çok sayıda tunç yüzük takarlar. Başlarına derin kâseler gibi geniş şapkalar takarlar, alınları süs olarak taktıkları fenikler ve tunç pullarla doludur. Boyunlarına alabildiği kadar mavi ve kırmızı taşlar, eski fenikler ve küçük çanlar takıyorlar. Erkekler başlarına mavi kumaştan yapılmış, tepesi sivri, arkası ve alnı açık başlıklar takarlar. Bir âdetleri var: Eğer birinin düğünü varsa gelin başına bir taç takar ve başının üstünden ince şeffaf bir tül sarkar, düğün günü gelinin yüzü görülmemelidir. Damat gelini götüreceği zaman kemerine ince bir mendil bağlar, bunu onun eline verir, sonra gelinin önünden yürür ve gelin de arkasından onu takip ederek gelir. Dans ederken birbirlerine elleriyle dokunurlar, yuvarlak bir halka biçiminde yanlara doğru dans ederler. Bir başka adetleri ise eşleri ya da yakın bir arkadaşları ölürse erkekler yüzlerini tırmalayıp yırtarlar, sanki onların da bir yarıları kaybolmuş gibidir. Ağlayıp sızlarlar, üzülürler yeniden çabuk evlenmezler, eğer tez zamanda evlenirlerse diğerleri eşini ya da arkadaşını pek sevmiyormuş diye söz ederler.” (s. 74)
Betzak’ın seyahati oruç ayına denk gelir. Dikkat çekici notlar verir:
“1 Nisan'da Türklerin oruç dedikleri Türk perhizi başladı. Her yıl ardı ardına 5 hafta sürer ve her yıl başka bir ayda başlar. Bir yıl ocakta başladıysa sonraki yıl şubatta olur, böylece on iki yıl süresince on iki ay ve on iki hafta oruç tutulmuş olur. Bütün gün yemeden içmeden oruç tutuyor, akşam yıldızlar gökte belirinceye kadar yiyeceklere dokunmuyorlar. O zaman din adamı kuleye çıkıyor kandiller yanıyor, bütün oruç zamanı adeta geceyi gündüz ederler. Ardından elini kulağına koyup yüksek bir sesle halkı ibadete çağırır.” (s. 74)
Jakob von Betzek’ın seyahat notları “Bütün Yollar İstanbul’a Çıkar”, bizi tarihe götürüyor, merakımızı gideriyor.
Okumak lâzım.