Sen uyurken neler oldu neler?
Ana muhalefete “Hakkâri ilinde Türk bayrağı aç da görelim” diyen bir Başbakan tarafından yönetilmek ne acınacak, ne kahredici bir durum. Ülkeyi yönettiğini sanan kişi, ülkeyi kendisi değil de başkası yönetiyormuş gibi konuşuyor. Kahrolacağı yerde gülüyor. “Yapamazsın” imasında bulunarak bundan keyif aldığını ifade ediyor. O da yetmiyor, yönettiği ülkenin bütününe hâkim olamadığını ilan ediyor. Yenilgisini marifet sayan üstüne üstlük bir de devlet başkanı olmaya çalışan böyle bir kişi, tarihte görülmüş müdür bilemiyorum.
Galiba fetret dönemindeyiz.
Eğer değil diyorsanız, bu olup bitenler neyin nesidir?
Bu manzara milliyetçileri, vatanseverleri Atatürkçüleri endişelendiriyor.
Açıktan açığa, ülkenin bölüneceği günlerin sayılı olacağını söyleyenler artıyor. Anayasa ile yıkım politikaları sürerken Türkiye’yi yönetenlerin tutarsız konuşmaları, terörizme yenilgiyi kabul ederek pazarlığa girişmeleri, ülkenin kurtuluşu için son çare olarak sunuluyor.
İşte böyle bir manzara karşısında milliyetçilerin toplumsal alanlardan çekildiği, meydanların tamamını başkalarına bıraktığı süreç de gelişmelere paralel ilerliyor. Bahçeli’nin yönettiği MHP, sanattan, edebiyattan, sosyal-kültürel aktivitelerden ülkücü gençliğin elini eteğini çektiği, kendi içine kapanık, dar alana hapsedilerek etkisizleştirildiği bir dönemi ifade ediyor. Elbette binlerce şehit vermiş bir gençliğin ikincisini tekrarlamasını isteyen, yok. Ancak, kısa filmler, tiyatrolar, sempozyumlar, tarih, edebiyat tartışmaları, eğlence törenleri ile etkin bir gençlik de ortada yok.
Ortada bir hakikat var: Her Salı günü hükümeti en ağır sözlerle eleştirir görünen bir parti ve hükümet zor duruma düşünce onun imdadına yetişen bir parti yönetimi var.
Oslo görüşmelerini yerden yere vuracaksınız, Habur’dan giren terörist karşılamalarını avazınız çıktığı kadar sert sözlerle eleştireceksiniz; ama bunları başkaları söylemiş gibi yapıp anayasa çalışmalarının aktörü olacaksınız.
Suriye meselesinde verip veriştireceksiniz; ama Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu Meclis’te aklayacaksınız.
Cumhuriyet yürüyüşünü MHP yapmalıydı. Atatürk’ü Kuvayı milliye ruhuyla MHP canlı tutmalıydı.
Kerkük elden giderken MHP, Anıtkabir’e yürümeliydi. Irak’ta Kürt devleti kurulup, Türk illerinde tapu daireleri yakılırken MHP ortalığı ayağa kaldırmalıydı. Suriye Türkmenlerini MHP dikkate almalıydı. Orta Asya bozkırlarını ülkücüler yönetmeliydi. Okulları ülkü devleri kurmalıydı. Bosna’da, Türkmenistan’da, Azerbaycan’da, dünyanın her yerinde Ülkü Ocaklarının geceleri, ortalığı çınlatmalıydı.
Bahçeli’nin ülkücü gençliği sokaklardan çekiyorum diyerek etkisizleştirmesi bütün bunları imkansızlaştırdı.
Hükümet oldun sessizlik, muhalefet oldun etkisizlik.
Ey Türk; sen etkisizleştikçe neler oldu neler.
Bak, ülkenin Başbakanı, ana muhalefet partisinin genel başkanını Türkiye’nin küçücük bir ili olan “Hakkâri’de Türk bayrağı ile dolaş da görelim” diyerek eleştirirken ana muhalefet de “sen parti binanı aç da görelim” diyerek eleştiriyor. Yani sen uyurken, Hakkâri bayrak asılmaz, iktidar partisi de tabelasını asamaz hale gelmiş. Telafer, Kürt özerk bölgesinin olmuş, Orta Asya, başkalarının sahasına girmiş. Sen ortamdan çekildikten ve pasifleştikten sonra milli sınırların, kırmızı çizgilerin velhasıl vatanının bütünlüğü tehlikeye girmiş. Bu durumda sana verilen görev şu: Türkiye’nin artık ayakta durup duramayacağını, bölünüp bölünmeyeceğini, Bahçeli’nin demecinin ne kadar haklı olup olmadığını tartışmak.
Milliyetçi dinamikleri uyuşturup pasifize eden bu yönetimi halen daha iş başında tutmanın ne yararı var?