Reform şart

Sayın cumhurbaşkanının konuşma metinlerini kim yazıyor bilmiyorum. İbn Haldun Üniversitesinin açılışında yaptığı konuşmada,"Batı dünyası tıptan sosyolojiye kadar ilhamını bizden almıştır" derken, "İslam dünyası bilimi nereden aldı" sorusunu cevaplamamış oluyor.

Söylenen doğru; ama öncesi de var.

Nasıl?

Şöyle: MS II. Yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar Batı, içine kapanık, katı bir Hristiyan toplumlar bütünüydü. Her şey kilise demekti. Öyle ki dünyanın dönüp dönmediğine bile kilise karar veriyordu. Bir sebeple 1480'li yıllarda kendisi de bir din adamı olan fakat kilisenin resmi görüşlerine karşı "güneş değil, dünya dönüyor" diyen Kopernik'in kitaplarını basmadılar, görüşlerini hiçbir üniversitede dile getiremediler.

Aynı şekilde Galileo ölüm cezasına çarpılmak üzereyken arkadaşı papa tarafından iddialarını yalanlaması karşılığında serbest kalmış, söylentiye göre mahkemenin kapısından çıkarken de "ama yine de dünya dönüyor" demişti.

Dünyanın döndüğüne, o tarihlerde İslam dünyası da inanmıyordu.

İslam dünyası ilk defa, mutezile (akılcı İslam yorumu) Abbasi Devletinin ilk yıllarında (MS. 800'lü yıllarda) iktidar tarafından geçerli görüş kabul edildiği dönemde, bilimle buluştu. Batı dünyası Hıristiyan taassubundayken İslam dünyası, özellikle Halife Memun'un çabalarıyla Grek, Hint ve Mısırdaki bilimsel kitapların çevirilerini yaptı. Ve sonrasında felsefeyi, matematiği, Sayı sistemi ve Astronomiyi öğrendi.

Elbette her bir bilim alanını aldığı gibi bırakmadı. İslam dünyası da çok büyük katkılar yaptı. Öyle ki Optikte El Haysemin buluşları, mercek bulununcaya kadar ne söylenecekse hepsini anlatıyordu.

Tıpta İbn Sina çığır açmıştı.

Matematikte Ömer Hayyam, üç bilinmeyenli denklemi çözmüş ve başlı başına bir sistem geliştirmişti. Dolayısı ile İslam dünyası, Batı'dan ve Doğudan aldıklarını geliştirmiş insanlığın hizmetine sunmuştu.

Ne zamana kadar?

Akılcı İslam yorumunun yerini nakilci İslam yorumu alıncaya kadar. Bu zihin kırılmasından sonra bilim bizden kaçtı. Süreç içinde zihni kıpırdayamaz bir abluka içinde tutan nakilci bakış, eğitime yansıdı.

Bir süre sonra Batı-Doğu tersine döndü. Bu defa İslam dünyası akıl tutulması yaşarken Batı Rönesans'la akıl tutulmasından kurtuluşu yaşamaktaydı. İslam dünyasından bilimi alıp, tıpkı bizim önceden Arapça'ya çevirdiğimiz gibi onlar da Latinceye çevirip yaklaşık bir yüzyıl, anlama, yorumlama ve çözülme süreci yaşadıktan sonra, artık yeni buluşlara imza atmaya başladılar ve şimdi eleştirdiğimiz Batı Medeniyetini kurdular.

Peki biz?

Eğitimde yapılması gereken büyük dönüşümü yapamadığımız ve geç kaldığımız için kılıç zoruyla kazandığımız bir imparatorluğu hüzünle teslim etmek zorunda kaldık.

Ne zaman uyandık?

Akıl tutulmasından kurtulup, yeniden akla döndüğümüz zaman. Batıda geliştirilen bilimsel modeli alıp, modern eğitimle uygun okullar kurmağa başladıktan sonra. İşte o okullardan yetişenler, Kurtuluş Savaşını yaptı. Geleneksel kafaya ve zihniyete sahip olanlar ise, 13. Yüzyıldan bu tarafa, akıl tutulmasının sürekli tekrar sürecini "gelenek" diye tarif ederek, modernleşmeye karşı bir çözüm getiremediği için de sadece eleştirerek, yapılan her yenileşmeyi gelenek düşmanlığı olarak yorumlayarak varlığını sürdürüyor. Hâlbuki asıl gelenek, 700 yıldır tekrarlanan nakilci akıl tutulmasının ürettiği zihinsel yapı ürünleri değil, 12-13. yüzyıllarda kayıp ettiğimiz akılcılıktır.

Onu yakaladığımızda: "Fikri bir buhranın içindeyiz. Batı dünyasının hızla yükselen baskın gücü, bu konunun konuşulmasına dahi izin vermemiştir. Kontrolsüz bir Batılılaşma içindeyiz..." türünden bir cümleye gerek kalmaz.

Bu sebeple "eğitimde reform şart" görüşü de kabulümüzdür.

Lakin sormazsak olmaz: Hangi reform?

Gelenek sandığımız akıl tutulmasına dönüş mü, yoksa bilimin öne çıktığı akılcı yol mu?

Evet, reform şart.

Yazarın Diğer Yazıları