Putin yine oyununu oynadı!
Kim ne dese desin, görünen o ki, Türkiye Libya'da ağırlığını koydu. Asker gönderme niyeti ve kararlılığı, Rusya'yı hizaya getirdi diyemeyiz ama şimdilik uyandırdı.
Rusya hiçbir zaman emellerinden vazgeçmeyecektir. Suriye'de doğrudan var, Libya'da ise "eşkıya" koluyla vaziyete hâkim. Hafter, Putin'le Ankara'da kotarılan ateşkesi önce "Tanımıyorum." dedi, sonra avanesiyle Moskova'nın yolunu tuttu. Yine ateşkesi kabul etmedi. Demek ki, kapalı kapılar ardında, sabaha kadar Putin'le yeni plan üzerinde çalışmış. Putin, isteseydi Hafter'i ikna ederdi.
Çok tehlikeli dönemeçteyiz. Suriye'yi gör, Libya'da ne olacağını anla.
Beşşâr'ın ne gücü olabilir ki... Doğrudan mezhep çatışması. Destek İran rejimi ve Lübnan Hizbullah'ından. Körükleyen kim? Putin.
Irak'ta Şiî yönetimin sözü geçtiği hâlde, sokaklara dökülenler yine Şiîler. Aklı başında Iraklılar, nereye götürülmek istendiklerini görüyorlar. Sünnî-Şiî farkı gözetmeden birlikte meydanlardalar. Kim onlara engel olmak istiyor? İran rejiminin kontrolündeki Haşdî Şa'bî milisleri. Öldürerek, sindirerek bir yere varamayacaklar. Talepleri dikkate almak mecburiyetindeler. İran'da da öyle... "Vay rejime karşısın! Kendi ölüm fermanını imzaladın!" demek karşı tarafı daha körüklüyor. Bu tür isyanlar, hiç beklenmedik zamanda, kan pahasına da olsa neticeye varıyor. Trump, Netanyahu gibilerinin "Hadi yürüyün, yıkın rejimi!..." naraları, daha önce ters tepti, yine ters teper. Halk kendi kararını kendi verecektir.
Irak ve Suriye birleşik kaplar. Irak'ta olanların Suriye'de olmayacağını söyleyebilir miyiz? Dışarıdan bu kadar müdahale neticesinde, kendi çevresindekiler dahi Beşşâr'ı sorgulayacaklardır. Suriye, Irak gibi de değil. Sünnîler yüzde 74. Bir yerde Beşşâr tökezleyecek. Rusya'nın asker yığması nereye kadar?
Osmanlı parçalanırken dış müdahale çok fazlaydı. Türkleri, -Sevr Projesi örneğinde gördüğümüz gibi- Anadolu'da dar bir alana sıkıştırmak, bu alanda eritip yok etmek hesabı yapılıyordu. O zaman İngilizler, şimdiki Ruslar gibi, Amerikalılar gibi ekip biçiyorlardı. Ama "uşaklık" etmeyenler kazandı!
Neler olduğunu Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca'nın "Sınırları Çizen Kadın-İngiliz Casus Gertrude Bell" kitabından takip edelim:
"İngilizler, kendi çıkarları için Irak'ta kraliyet rejiminin temellerini atarken bir taraftan da Şii-Sünni çatışmalarının fitilini yakmış oluyorlardı. Oysa aynı günlerde Türkler seçimlerini Cumhuriyet rejiminden yana kullanmaya karar vererek ilk adım olarak 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmışlardı. Orta Doğu'da İngiltere eliyle kurulan krallık rejimlerindeki insan hakları ve demokrasinin gelişimi ile 1923 yılında Türkiye'de ilan edilen Cumhuriyet rejimindeki gelişim birbirinden çok farklı olacaktır. Gertrude'un 'iyi' olmaktan ne anladığı saltanatın kaldırılmasıyla Türkiye'deki millî iradenin Lozan'a nasıl yansıdığıyla ilgili yaptığı ilginç değerlendirmeden tespit edilmektedir: 'Bu arada Sultan'ın tahttan indirilmesinden sonra bize sığınması ve Kral Hüseyin'in Türk taraftarı propagandaları etkisiz kılmak için onu kendi ülkesine davet etmesi...Ne acayip işler, değil mi? Açıkçası geleceğe yönelik bir ışık görmüyorum. Lozan Konferansı'nın hoş bir açılış yapmasına rağmen İstanbul'dan gelen haberler çok kötü ve Kemalistlerle baş edebileceğimizi hiç zannetmiyorum. (Mektuplar, (Newcastle) 23 Kasım 1922 tarihli babası Hugh Bell'e gönderdiği mektup)." (s. 382-383).
Burada "Kemalist" ifadesi sonradan icat edilen bir ideolojiyi değil; "taraftar"ı belirtmek için kullanılmıştır.