Pratik yaşam çıkarcıdır
Eğer Türkiye’de ekonomide belirgin krizler yaşanmazsa AKP, devlet partisi olma yolunda ilerlemeye devam edecektir. Yoksa; PKK ile pazarlık yapmışsınız, kupon arazileri satıp cebe indirmişsiniz, kayırmacılıkla bilmem şu kadar insanı el altından işe almışsınız, mahkeme başkanlarını parti üyelerinden atamışsınız, hiç önemli değil.
Çünkü 30 milyona yakın insana devlet eliyle maddi yardım yapılıyor. Bu durumda çıkarla siyaset arasında doğrusal bir köprü kurulmuş oluyor. Başka bir ifade ile sadece yiyen değil, aynı zamanda yediren bir ekiple karşı karşıyayız demektir. Kimse altın yumurtlayan tavuğu kesmek istemez. “Vatan millet, hak hukuk, kimin karnını doyuruyor” diye düşünecektir halk. Çünkü halk pragmatik/yararcı yaşar. Pragmatizme karşı olanlar bile pratikte yararcı davranır. Çıkarı yerine ideali için davranan kaç kişi var çevrenizde bir bakın? Dikkatinizi çekerim; böylelerine ya “deli” diyorlar ya da “ahmak.”
İşte seçim sürecindeyiz. Bir taraftan partiler kongreler yapıyor, öte yandan aday adayları siyasal ortama gelmeye başlıyor. Listeler oluşmaya başladığında kim ideali için kendini feda ediyor?
Hiç kimse...
Çoğu aday, çoğu parti üyesi, kendi çıkarına olmayan aksi durumlarda bile partidaşını ihanetle, alçaklıkla suçlamıyor mu? Aday adayı olanlar, aday yapılmadıklarında kendisini aday yapmayanları ağır sözlerle eleştirip gerekirse intikam duygusu ile kendisini aday göstermeyenlerin kayıp etmesi için aleyhte çalışmıyor mu?
Yaşanıyor...
Bu gerçekliğin yüzlerce yaşanmış örneği var.
Kavgalı parti kongrelerinin haberlere yansıyan yüzüne bakınız.
Demek ki neymiş, yaşamın pratiği çoğu kere benmerkezci ve pragmatmış.
Kimin çıkarına dokunursan en kötüsünün sen olacağını unutma.
Çıkar benin/egonun yegâne gıdası, varlık kaynağıdır.
Rahmetli S. Ahmet Arvasi, “Kendini Arayan İnsan” adlı esirinde, “İdeal insanların toplumda en fazla yüzde beş kadar olabileceğini, asıl büyük kitlenin dramatik yani gündelik çıkar ilişkilerine göre yaşadığını” yazmıştır.
Geçenlerde birkaç arkadaş konuşurken biri, dinî kimlikli bir zattan söz ederek dedi ki:
-Filanca hoca ne diyor biliyor musun?
-Bilmiyorum..
Önceki hükümetle ilgili yolsuzlukları kast ederek dedi ki:
-Çaldı dedikleri para, İran’ın parasıymış. Muhalifler sanki Türkiye’nin parasını çalmışlar gibi propaganda yapıyorlar.
“Adam haklı” dedim. “Demek ki hocalar da hükümetle birlikte dinin içini boşaltmaya başlamışlar. Onlara göre hırsızlığın iyisi kötüsü varmış demek ki. Elin parasını çalmak dinen caiz, Türkiye’ninkini çalmak haram.”
Bu adam bir din adamı ve kanaat önderi. Gündelik fetvası adamına göre değişiyor. Eğer iktidarda AKP değil de başkası olsaydı vereceği cevap belliydi. Diyecekti ki “kul hakkı yemek ve çalmak dinimizce haramdır kardeşim. İster İran’ın parası olsun ister Türkiye’nin, hiç fark etmez.” Ama demedi.
Hoca pragmat. Kendi çıkarına göre hüküm veriyor. Ve verdiği hüküm kendisine inanan ve güvenenleri de etkiliyor. Az çok aklı karışık olup, vicdanen duruma itiraz etmek isteyen kararsız seçmeni, verdiği hükümlerle vicdanen rahatlatıyor. Bu durumda iktidarın eli güçleniyor. Yolsuzluklar meşruiyet kazanıyor.
Peki, ne yapılması gerekiyor?
Kanaat önderlerini, özellikle de kimi din adamları ile cami imamlarını ikna etmeniz gerekiyor. Etmezseniz? Eh, çıkar egoya ve dolayısı ile de vicdana hükmeder. Bu durumda sonuç bellidir. Bizden söylemesi.