Partililiği sevmiyorum. Ben ocaklıyım

Oldum olası particiliği ve partili olmayı sevmedim. Kalıpların içinde yaşamak bana zor gelir. Ocaklı olmayı tercih ederim. Partililik ocaklılık gibi değil. Ocak, delikanlılığı, Köroğlu tipi yiğitliği temsil ediyor. En azından ben böyle anlıyorum. Partililik, siyasetin kendi doğası gereği duruma göre vaziyet almayı, gerekirse en yakın arkadaşını eleyerek öne geçmeyi, Makyavelizm’i temsil ediyor. Bu sebeple öğrenciliğimizde kendimizi “ocaklı” olarak tanımlardık.
Şimdi de yaşım altmışa yaklaştığı halde yine ruhen ocaklı olmayı tercih ederim.
Türk siyasetinde kategorik olarak kendimizi sağ yelpazede kabul ediyoruz. Gerçekte ben sağcı olmayı da sevmiyorum. Çünkü sürekli doğrunun ve sürekli adaletin dolayısıyla da gelişmelere paralel ilerlemeci bir değişimin peşindeyim.
Türkiye’de sağ, özü gereği muhafazakârdır. Kültürel koruyucu ve tutucudur. Cami kültürü hâkimdir. Bu nedenle safların sıkılığını benimser; aykırı seslerin ortaya çıkışını, hele yüksek sesle haykırmayı sevmez. Çünkü eleştirel düşünme geleneği yoktur. Aktarımcı öğrenmeyi benimser. Tıpkı cami avlusunda olduğu gibi imamın etrafında toplanılsın, söylediklerine harfiyen uyulsun ister.
Hâlbuki içinde bulunduğumuz çağ, bilgi bombardımanının yaşandığı, bazı bilim adamlarına göre dakikada yedi buluşun yapıldığı, hızlı bilgi akışıyla karşılaşıldığı için ani karar verme reflekslerinin geliştirilmesini zorunlu kılan çağdır. Bu sebeple, hızlı düşünme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, yansıtıcı düşünme ve tam zamanında karar verme becerilerinin geliştirilmesi gerekir. Bu da eğitimin görevidir.
Sola bakın... Elbette bu toplumun çocuklarından devşirildikleri için onlarda da cami kültürü vardır ama en aza indirilmiş olarak. Bizimkilerden en temel farkı, felsefi öğretiyi benimseyerek eleştiriyi bir yol olarak benimsiyor olmalarıdır..
Solun arızaları yok mu? Var tabii. Solun tutuculuğu hem felsefi hem de ideolojik kaynaklıdır. Orada siyasal bilinçlenme sonucu bilenme ve giderek katılaşarak kronikleşme var. Bir çeşit “siyasal-kültürel bencilik”, “kendini üstün tutma”, gelenekselliği göz ardı etme vardır. Onların hastalığı da bu.
Ancak eleştiriyi bir yol haritası olarak benimsediklerinden kendilerini değiştirme imkânları daha ileri düzeyde. CHP’nin cumhurbaşkanlığı sonrası kendi içinden yükselen sesler buradan hareketle salt parti içi hizip olarak değerlendirilmemeli. Bu durum, biatçı sağ yerine eleştirici solun ideolojik dünyasının bir yansımasıdır bir yönüyle. Öteki yönüyle, belki bir parti iktidarı kavgasıdır.
Bir de sağ kesime bakın..
En küçük itirazları “hainlik” ve “düşmanlık” olarak görüyor.
Niye? Çünkü saray mantığı geçerli.
Saray mantığına göre, saray; yani yönetim; aynı zamanda devlet demektir. Sarayın çökmesi de devletin çökmesi anlamına gelir.
Bizim kesimin parti anlayışı da aynen böyledir. Lider demek parti demektir. Liderin çöküşü, partinin çöküşü, partinin çöküşü de fikrin/davanın çöküşü anlamına gelir. Öyle ise, her kim liderimizi veya partimizi eleştiriyorsa aslında niyeti kötüdür ve içimizden biri ise kesinlikle hain, dışarıdan biri ise mutlaka düşmandır. O sebepledir ki sağda değişim, gelişim, ilerleme ve demokratlaşma daha zordur; solda daha rahat ve kolaydır.
Meselâ parti içi yükselen seslerden hareketle ne diyor Kılıçdaroğlu: “Bir arkadaşımız Sayın İnce, bugün basın toplantısı yaparak genel başkan olacağını ve böyle bir iddiası olduğunu, seçime gireceğini ifade etti. Bundan son derece memnunum.”
Peki, bizde nitelikli bir parti içi öz eleştiri ve demokrasi var mı? Mesela; “Çatı neden tutmadı”nın bir cevabı varsa bunu kim nerede, nasıl, kiminle tartışıyor? Yine meselâ bizim Ozan Arif’imizin sesini hangi parti içi demokrasi geleneği kıstı? Ergenekon ve Balyoz gibi ülkeyi sarsan davalardan yargılananlar tahliye oldu da onun hâlâ mahkûmiyeti sürüyor. Ozan Arif ve benzerlerini hangi milliyetçi mahkeme yargılıyor da bırakın beraati, tahliye bile çıkmıyor?
Ne diyordum.. Partililiği sevmiyorum. Ben ocaklıyım...

Yazarın Diğer Yazıları