Özeleştiri
İstesek de istemesek de Türkiye siyasal bir dönemecin içinde ve süreç işliyor. Siyasal roller oynanıyor ve siyasal aktörler, içinde bulundukları durumdan kendilerine pay çıkarmayı sürdürüyor.
İşte yeni anayasa önümüzde.
Mevcut durum dikkate alındığında siyasal pozisyonları belirleyen üç temel rol var.
1-Yaşanan tarihi sürecin seyircisi olmak ve ortaya çıkan sonuca katlanmak.
2-Sürecin içine katılmak ve oluşturulmasında pay sahibi olmak.
3- “Ben böyle bir sürecin hiçbir şeyi olmam arkadaş” deyip uzaktan gözleyerek eleştirmek.
Bu durumda biz, milliyetçiler, önümüzde duran gerçeğin neresindeyiz?
Kendimize hangi rolü biçtik?
Türkiye biçim değiştirirken bizim, tüm tarihsel olayların ve realitelerin dışında kalarak sırf seyirci pozisyonunda eleştirmemiz doğru bir seçenek mi? Doğru diyorsanız, Türkçülüğün tarihsel gidişatına, geçirdiği tarihi gelişime ve beklentilere uygun mu?
Hayır!
Türk milliyetçiliği, Osmanlı Devletinin son dönem siyasetine ve aynı zamanda yaşanan tarihsel gerçekliğe damgasını vurmuş, gelişen tarihsel olayların tam ortasında duran ve bizzat ortaya koyduğu fikir ve düşüncelerle olayların gidişatını etkilemiş bir ideolojidir. Öyle olduğu içindir ki, Birinci Dünya Savaşı dâhil, tüm acılı günlerde Milliyetçiler hep ön saflarda yer tutmuşlardır. Kurtuluş Savaşının özünde ve savaş sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyetinin mayasında yine Türk Milliyetçilerinin rolü ve imzası vardır.
Türk Milliyetçiliği, hâlihazırda anayasası değiştirilerek yeniden biçimlendirilmek istenen devletin varlık sebebi, doğal felsefesidir.
Yeter mi?
Öyle ise, yeni anayasa ile ortadan kaldırılmak istenen şey, bizzat kurucu aklın temeli olan Türklük duygusu ve bilincidir. Çünkü bu duygu ve bilinç, devletin adını Türk, yurttaşını ise etnisitesine bakmadan yine Türk kılan akıl ve iradedir. Böyle bir süreç yaşanırken, bütün açık ve gizli mahfillerde bizzat kurucu ideolojinin kazanımlarına savaş açılmışken, Türk milliyetçileri ne yapıyor?
Partiler olarak, dernekler olarak, basın yayın olarak, üniversite hocaları, fikir ve düşünce adamları olarak ne yapıyoruz?
Bu soru, geç kalınmış bir soru.
Yanlış mı?
Çok mu haksızlık ettim?
Hiç sanmam.
Eğer “Haksızlık ediyorsun” diyorsanız, buyurun size birkaç soru daha: Hangi konuda ne çözümümüz var? Biz iktidarda olsaydık, önümüzde duran süreci nasıl yönetecektik?
Ama Gökalp’in her zaman bir çözümü vardı. Akçura’nın da vardı. Siyasal duruşunu her halükarda devam ettiren Dündar Taşer’in, Alpaslan Türkeş’in de vardı.
Bizim yok.
Halen daha inatla ve ısrarla “vardır” diyorsanız, yazılı bir açıklama, nitelikli bir belge gösterin lütfen.
Haberiniz olsun.
Bir zamanlar devlet kuran, devlet kurtaran ve daima kazanan ideoloji, yaptıkları tek tek çökertilirken (basın hariç) bizimkilerin çoğu yazımın başında belirttiğim üçüncü madde rolünü çoktan sahiplenmiş: “Ben sürecin hiçbir yerinde olmam. Sadece eleştiririm arkadaş.” deyip susuyor.
Halbuki bize düşen o değildir; Her ortamda, her toplantıda, her komisyonda tarihsel gerçekliğe uygun görüş üretmek ve çatır çatır savunmaktı.