Osmanlı’nın ‘şeriat’ı Türkiye’nin ‘nass’ı! (1)

Avni Doğan’ı biraz yakın tarih karıştıranlar bilirler. 1923’te 2. dönemden itibaren altı defa Yozgat, bir defa Ankara, bir defa Kastamonu milletvekili seçildi. Ankara, Samsun, Kastamonu, Çankırı valiliklerinde de bulundu. Devlet Bakanlığı’na getirildi. İstiklal Mahkemesi üyeliği de var.

Mehmet Avni Doğan, 1892’de Yozgat’ta doğdu. 1965’te Ankara’da hayatını yitirdi. Yozgat Rüştiyesi’ni, İstanbul’da İstanbul Sultanîsi’ni (İstanbul Er­kek Lisesi, 1910) ve Mekteb-i Mülkiye’yi bitirdi (1913).

Avni Doğan “Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası” (Dünya Yayınları, 1964) adıyla hatıralarını yayınladı. Bu hatıralarda yakın tarihimiz için çok şey var. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş dönemini ayrıntılı okuyoruz.

“Hatıra” olduğu için elbette kişinin sadece kendi gördüğü, zihninde tarttığı bilgiler bize ulaşır. Onun yaşadığı dönem uzak bir dönem değil. Dönemin süreli yayınları olduğu gibi, başka hatıralarını yazanlar da var. Şüpheye düşen girer, araştırır.

Şu zamanda Osmanlı sevdalılarının,“Şeriat isterük, hilafeti isterük!” nidaları dağları taşları inletiyor. Abdülhamit’e, Vahdettin’e övgüde sınır yok!

Sanıyorlar ki, Osmanlı şer‘î hükümler, fıkıh, Osmanlı idaresinin olmazsa olmazıydı. İçimizdeki “gâvurlar”, Osmanlı dönemini kapattılar, Vahîdettin’i sürdüler!..

Avni Doğan, “Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası”ndan, bugün ve yarın, sadece din bahsinden bir bölüm vereceğim. Avni Doğan, kitabında “İslam Hukukunda Metod” başlığı altında şunları yazıyor:

“Modern devlet­lerin din ile ilgisi, dinin toplumların yaşayış ve muamelelerini kendi prensiplerine göre düzenlemesini isteyişinden doğmuştur. Hristiyanlık ‘Kayser'e ait olanları Kayser'e, Allah’a ait olanları Allah’a bırakın’ der.

İslâm dinine gelince, başka dinlere benzemeyen bir özellik taşır: İmamet ‘Yani devlet reisliği ve idaresi’ yar­gı hakkı, miras, veraset, intikal, evlenme, boşanma ve toprak meseleleri.. gibi umumî ve hususi hukuku ilgilendiren dünya işlerini şer‘î hükümlere bağlamış ve bu hükümle­rin uygulanmasını ‘İbadet’ olarak kabul etmiştir.

İslâm fukahasının ‘yani İslâm hukuk doktorlarının’ şer‘î hükümlerde kullandıkları metodun niteliği üzerine -genç okurlarım için faydalı olur diye- biraz bilgi vermek istiyorum:

İslâm dininin ana kaynağı ve kitabı ‘Kur'an’dır. Kuran’da gerek dünya ve gerek ahrete ait hükümler, tafsilâttan uzak, umumî bir karakter taşır. Meselâ, ‘Namazı kılın, zekâtı verin’ buyruğu, namazın nasıl kılınacağını ve zekâtın nasıl verileceğini göstermemiştir. Bunların nasıl yapılacağı Sünnet ve Hadis ‘Yani Tradition’ yoluyla izah edilmiştir. İslâm hukuk doktorları Kitap ve Sünnet­’ten şer‘î hükümler çıkarmak için, şu dört kaynak ve prensibi temel metod olarak kabul etmişlerdir: 1 -Kitap, 2 -Sünnet, 3 -İcma-i ümmet, 4 -Kıyas-ı fukaha.

Zamanla, İslâm hukuk doktorları, çeşitli dinî meseleler üzerinde, ayrı ayrı görüşlere kapılmışlardır. Bu ayrılıklardan da “Mezhep” ve “Tarikat” anlaşmazlıkları doğmuştur. İslâm dünyasını bir bütün olmaktan çıkaran, mezhep ve tarikat ayrılıklarının sebeplerinden biri ve en mühimi, siyasî ve millî görüşlerdir. İranlıların Şia ve on iki imam mezhebini kabulleri, bir tesadüf eseri ve içtihad ayrılığı değildir. İranlılar din bakımından Müslümandılar. Fakat millî bütünlüklerini ve medeniyetlerini parçalayan Müslüman Araplara ve Arap medeniyetine düşman olmuşlardı. (…)”

***

Avni Doğan’ın temas ettiği bir husus da Musevîlikten İslâmlığa geçen Yahudilerin hadis tahrifi. Bu hadis uydurma ve bozma, hadis ilminde “İsrailiyat” başlığı altında incelenir.

Avni Doğan Musevîlikten İslâmlığı kabul eden Yahudiler de, ‘Ha­dis’ uydurmak suretiyle, İslâm doktrinleri üzerinde oynamışlardır.” der ve şöyle devam eder:

“Bu mezhepler arasında, Tanrı buyruğu olan Kitap ile Peygamberin Hadis ve Sünnetine bağlı kalan dört mezhebe ‘Ehli Sünnet’ adı verilmiştir. Bunlar, Hanefi, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleridir.

Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan İslâmların büyük çoğunluğu, Hanefî mezhebindedir. Doğu ille­rimizde, Şafiî mezhebi yaygındır. Bunların dışında, beş milyona yakın vatandaşlarımız da Şia’nın birer kolu o­lan Alevîlik ve Bektaşîliği kabul etmişlerdir.

Hanefilik Nakil ‘yani Kitap, Sünnet ve Hadis’in hükümlerini, akıl yoluyla izah ve tefsir etmekte müsamahalı bir mezhep sayılabilir. Zamanın değişmesi ve yeni ih­tiyaçların belirmesi karşısında, şer‘î hükümlerin, akıl ile uzlaştırılmasına müsaade eder.

Peygamber'in ölümünden bir müddet sonra, Şer‘î hükümler üzerinde İslâm hukuk bilginlerinin hüküm çıkar­maları ‘Yani İçtihad’ yasak edilmiştir. Böylece İslâm dünyasında zamanla gelişen ihtiyaçların -dar çerçeve içinde olsa bile- akıl yolu ile karşılanması, imkânı kalma­mıştır.” (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları