Osmanlıcılık, bütünleşme yerine ayrışma
“Vesayetçi demokrasi ülkemize zorbalığı getirdi. Hak ve özgürlüklerimizi elimizden aldı. Yıllarca ezildik. Artık özgürleşme zamanı” denilerek başlatılan liberalleşme sürecinin nereye uzanacağı Yeniçağ okuyucuları tarafından biliniyordu. Diyalog, Ilımlı İslam, demokratikleşme, vesayetçiliği yok etme, dindarlaşma ve dini özgürlükleri tanıma başlıkları altında yürütülüp gelen süreç, en sonunda Neo-Osmanlı sınırına dayandı. Kimi yazarlar “ne varmış Osmanlıcılıkta bundan neden korkuyorsunuz” bile dedi. Hâlbuki kimsenin korktuğu falan yoktu. Ortada 1923’te Kurtuluş Savaşı verilerek kurulmuş üniter bir devlet ve bu devletin ebediyete kadar sürmesi beklenen varlığının devam edip etmeyeceği sorunu vardı. Halihazırdaki tartışmanın temelinde de bu ayrım var. Hükümetle milliyetçiler ve hatta cemaatler arasındaki ayrımın özünde de bu var.
Tüm sağ milliyetçiler, vesayetçi, buyrukçu, tekelci ve çoğu davranışları itibariyle materyalist örnekler veren devlet üzerindeki sis bulutunun dağılmasında özgürlükler bağlamında herkesle hemfikir olabilir. Esasında bu Türk milliyetçiliğinin “Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” paradigmasına ters de düşmez. Ancak mesele “vesayetçiliği kaldırıp özgürleşiyorum” diyerek, aslında üniter yapıyı dağıtmaya doğru gidince iş değişiyor. Buradan itibaren liberallik de dindarlık da demokrasi de bir araç haline geliyor. Esas hedef Kenan Evren zamanında dillendirilen federatif Türkiye oluyor.
Federatif sistem isteyenlerin çağrışım yaptırdığı model “Osmanlıcılık” olunca, tarihselliği ve muhafazakarlığı sebebiyle kulağa hoş geldiği söylenebilir. Ancak “Osmanlıcılık” sadece dindarlığı çağrıştırmaz. Beraberinde milli kültürün yerine kozmopolitizmin geleceğini haber verir. Kurucu toplum olan Türklüğü asli unsur olmaktan çıkarıp, yerine çok toplumluluğu getirmeyi gerektirir. Çok hukukluluk ve çok toplumluluk aynı zamanda çok bölünmüşlük ve çoklaştırılarak toplumsalın karmaşıklaştırılması demektir.
Federal sistemle yönetilen ülkelerin özünde çoğulculuk, bizimkilerin topluma aktardıkları “Osmanlıcılıktaki” gibi kurucu topluma düşmanlık içermiyor. O toplumlarda kurucu toplumu dışarıda bırakmadığı gibi önceleniyor. Almanya’da Cermenlik, Rusya’da Rusluk, Amerika’da Anglo-Saksonluluk, dil, kültür ve tarih olarak ikinci plana atılmış önemsenmeyen sosyal öğeler değildir. Çok kültürlülük milli kültürün egemenliği altında çoğul kültürün varlığını sürdürmesi olarak algılanıyor. Türkiye’ye önerilen “Osmanlıcılık” ise, çoğul olmayı ayrışmada, Türk kültürünü ise gelişmelerin dışında tutuyor. Türkçenin egemenliğinin de tarihte olduğu gibi Arapça-Farsça-Türkçe karışımı bir saray lisanına bırakıp bırakmayacağını ise bilmiyoruz.
Türkiye’de 8 yıldır yürütülen siyasal çatışmanın üniter yapı içinde kalarak “vesayet rejiminin” sona erdirilmesi olmadığı görülüyor. Bu durumda mesele özgürlükler boyutu aşmış, darbeci kadroları tasfiye etmiş, bürokrasideki uzantılarını çekip çıkarmış olmuyor. Bilakis, bütünüyle devletin değiştirilmesi ve sistemin ortadan kaldırılması oluyor. Asıl sorun sistem sorunu olunca, elbette karşı koymalar olacak, kurulu sistemin dinamikleri işleyecektir. Cumhuriyet dinamiklerinin, üniter yapı taraflılarının nötürize olduğu buna karşılık liberal söylemle, “vesayetçiliği kaldırıp özgürlük getiriyoruz” diyenlerin etkin olduğu bir ortamın doğduğunu görüyoruz. Eğer son gelişmelerle ortaya çıkan öğrenci olayları ve olayların yönlendirilişi, kurulu hükümete dolaylı bir destek değil de doğal bir gelişmeyse, cumhuriyet açısından bir şanstır. Ortaya çıkış zamanı, toplumsal etkisi ve sonuçları itibariyle düşünüldüğünde, CHP tarafından desteklenen, geçmişte olduğu gibi sokakları çekilmez hale getiren sol örgütlerin seçim arifesinde Türkiye’yi götüreceği yol bellidir. AKP’yi iktidar yapmak. Bu durumda, geçmişte gerekli olan “yeşil kuşak” yerine şimdi gerekli olan “kızıl kuşak” diyebiliriz. AKP yeniden ve hem de güçlü bir iktidar olamazsa Neo-Osmanlıcılık nasıl gerçekleşir?