Öğretmenin itibarıyla oynayanlar tarihe baksınlar

Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Harbi’nde, düşman Ankara’ya dayanmış, Maarif Şurası’nı topluyor. Bu ne demek? Eğitimli millet olmadan istiklâl olamaz demek.

İstiklâl Harbi imkânsızlıklar içinde verilirken, Türkiye’nin dört bir tarafından öğretmenler Ankara’ya çağrılıyor.

Birilerinin sapkın ideolojik saplantıyla yere göğe adını yazdıkları Nâzım Hikmet, hakikaten İstanbul’da, bir eli yağda, bir ele baldayken, bütün imkânlarını bırakıyor, yanına Vâlâ Nurettin’i de alarak Ankara’ya geçiyor. Ne oluyorsa o geçiş sırasında oluyor. Bir komünist sitesinden aktarıyorum: “Türk uyruklu Spartakistlerin bulunduğu bir mekânda ilk defa sosyalizmle tanışıyor. Spartakist grupla ilişkisini geliştiriyor. Sonraları dönerek CHP’den mebus olacak Sadık Ahi’yle bir İnebolu kıraathanesinde yaptığı periyodik sohbetlerle, düşünsel süreçlerinde genelde sosyalizme, özelde bolşeviklere dönük merak-saygı-hayranlık karışımı bir duygu ortaya çıkıyor.”

İşte bu duygu onu ve ayrılmaz parçası Vâlâ Nurettin’i, Ankara Hükûmeti’nin öğretmen tayin ettiği Bolu’dan alıp Batum’a, oradan da Moskova’ya komünistlik öğreten KUTV’a (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) götürüyor.

Geri hikâyesini biliyorsunuz, kalemiyle Moskova’nın emrindeki Türkiye Komünist Partisi’nin bir neferi oluyor. (Kendi içlerinde birbirlerini alt etme mücadelesine hiç girmeyelim. Şimdi konumuz değil.)

Millî Mücadele’nin öğretmenliğinden, Bolşeviklerin kucağına atlayan bu kişi âdeta ilâhlaştırılıyor. Her defasında karşımıza çıkarıldığı için, meselenin aslını sık sık hatırlatmak gerekiyor.

O yoklukta, o imkânsızlıkta, 1921’de hadi gidin halkı aydınlatın okuma yazma öğretin, diye gönderiliyorlar, onlar ise çekip gidiyorlar. Mustafa Kemal’i bir tarafa itiyorlar, Lenin’in liderliğindeki Bolşeviklerin emrine giriyorlar.

(Birileri Bolşeviklerin, birileri de şıhların, şeyhlerin emrine girerler! Benim için, iradelerine ipotek koyduranlar ister komünist-ateist olun, ister, şıhının, şeyhinin kısır inanç dairesinde “Müslüman” görünsün, hiç farkı yok.)

Diyeceğim o ki; Mustafa Kemal, bir asker olarak bir taraftan savaşıyor, diğer taraftan, yeni bir Türkiye inşası için öğretmenleri, kahraman askerlerle bir tutuyor, öne çekiyor. 16-21 Temmuz 1921’de savaşın tam ortasında Maarif Kongresi yapmak!

O sıra Kütahya-Eskişehir hattında Yunanlılar ilerlemeye başlamış... Biz Sakarya’da, taarruz hazırlığı yapıyoruz, diğer taraftan da Maarif Kongresi’ni topluyoruz.

Maarif Kongresi’ne, çoğu Ankara ve çevresinden olmak üzere millî hâkimiyet bölgelerinden 250’yi aşkın erkek ve kadın öğretmen geliyor. Dönemin ulaşma imkânlarını dikkate alın. Hem içerideki düşman hem işgalci düşman Anadolu’nun ortalarına kadar yayılmış. Zorluklarla nasıl baş edildiğini anlarsınız.

Mustafa Kemal, Kongre için, cepheden Ankara’ya geçiyor. Mustafa Kemal’in açış konuşması yol açıcıdır.

Recep Tayyip Erdoğan’ı Mustafa Kemal Atatürk’ün önüne geçirmek, İslâmî literatürde medreselerin miadını doldurduğu ısrarla hatırlatılırken, niye kapandı hayfı çeken “siyasî İslâmcı-Osmanlıcı” cenah, üzerlerine fazla gelindiğinde Mustafa Kemal’in işlerine yarayacak sözleriyle örnekler sergilerler. Ak Parti’nin “Türkiye Yüzyılı” sloganını başa geçirerek yeni maarif modeli çıkaranlar da aynı yolu kullanıyorlar.

Nereye varılmak istendiği belli. Artık “Millî Eğitim”i kaldıralım, “Maarif Nezareti” diyelim. Nâzır Beyefendi Prof. Dr. Yusuf Tekin (Bakan Bey, “Prof. Dr.” yerine “Müderris-i ûlâ” sıfatını mı kullansa!) kendilerini savunmak için Mustafa Kemal’in Maarif Kongresi’ndeki konuşmasından cümleler aktarmıştı.

Zamanımızda, PKK iş birlikçileri bir taraftan, “siyasî İslâmcılar” bir taraftan “Türk”ü silmek için üstün gayret içindeler. Öyle bir iş birliği ki, “inançsız” ve kendince “inançlı” taraf “Türk”ün yok edilmesinde buluşuyorlar.

“Ortak nokta” deyince... Bir başka “ortak nokta”yı hatırlatacağım:

Mustafa Kemal Maarif Kongresi’ndeki konuşmasında “Türk”ü öne çıkarıyor. Dönemin Hâkimiyet-i Millîye gazetesinin baş yazısında Mustafa Kemal Paşa, Üçüncü Yunan taarruzunun en ateşli zamanında muallim ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul bulunuyor. Bu asil ve yüce örnek Türk tarihinin benzeri ender bulunan kıymetli hatıralarından biri olacaktır.” cümleleri yer alıyor.

Aynı dönemde İstanbul Hükûmeti ne yapıyor? Nisan-Temmuz 1920 ayları arasında Maarif Nâzırı olan Rumbeyoğlu Fahreddin (1867-1943) okul kitaplarından “Türk” kelimesini çıkarttırıyor.

Asıl, öğretmenlerin zamanımızdaki perişan hâllerine geleceğim. Bu yazı giriş.

Yazarın Diğer Yazıları