Nerede duracağız?
Asırlar geçse de yakın tarihimizin değişmeyen iki siyasi problemi var: Anayasa ve rejim yahut sistem. Gerçi rejimle sistem eş anlamlı kavramlar değil, ancak bir biriyle ilgili kavramlar. Bu ayrımın açıklamasını bir kenara koyarak esas meseleye gelelim.
Açıklamalardan anladığımız kadarıyla iktidar, sözünü ettiğimiz asırlık iki konudan da memnun değil. Bu durumda yara yeniden kanamaya başladı diyebiliriz.
Anayasa ve rejim.
Ne yaparsak yapalım iktidardakileri ve iktidarı bölüşüp ondan pay alıp nemalananları asla memnun edemiyoruz. Aralarında çatlak varmış gibi görünse de işin aslı öyle olmayabilir.
Geçmişten bugüne baktığımızda çok kısa tarih aralığında, başka ülkelerin tarihinde rastlanmayacak ne de çok olay (aslında devrim) yaşamışız.
Düşünsenize, Cumhuriyeti, parlamento hükûmetiyle kurduk. Ortada parti falan yok. Sadece parlamento ve başkanı var.
Aynı şekilde Millî Kurtuluş Savaşı’nı yine parlamento hükûmetleriyle ve rejimiyle kazandık. Gene siyasi partiler yok.
Sonra tek partili, biçimsel olarak tıpkı şimdikine benzer ve fakat ideal ve amaçları bakımından kesinlikle benzemeyen ‘Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni getirdik.
Ardından “Bizim asıl amacımız demokrasiydi” deyip 1949’dan sonra çok partili hayata geçtik.
Geçmesine geçtik de iş başına gelen iktidarlar, bir türlü demokrat olamadı. Fikren inandıklarını söyleseler de uygulamada çok kötü örnekler verdiler.
Mesela, Demokrat Parti, sahiden demokrat mıydı, yoksa içinden çıktığı CHP’nin başında boza pişirmekle görevli olduğunu sanan zorlayıcı bir güç müydü?
Çok geçmişe gitmeğe gerek yok şimdiye, şu ana bakalım. Başımızdaki iktidar partisi olmak üzere hangi parti ya da partiler kitapta yazıldığı gibi demokrat?
“Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma…” diye yemin ediyorlar, sonra “Anayasayı değiştirmemiz lazım” diye siyasal gündem oluşturuyorlar.
Niye değiştireceksiniz anayasayı?
Bu “1982 darbe anayasasıymış” da, “Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap veremiyormuş” da…
“Hangi madde, Türkiye’nin neresine ve neyine, neye cevap veremiyor” diye sorun bakalım ne diyecekler. Zaten değişen 170 maddenin çoğunu kendileri değiştirdi.
Madem cevap vermiyor, bunu kavga ile mi çözeceksiniz?
TBMM’ye bakın. Sanki milletin yararı ve çıkarı için değil de kendi özel mülkünü paylaşıyor gibiler. Hoş onun için de kavgaya gerek yok. Hukuk ve mahkeme var.
Türk siyasetinde uzlaşma kültürünü her fırsatta yok ediyorlar.
Muhalefet kanun teklifi verirse toptan ret, iktidar verirse, “Meclis’te çoğunluk biziz” toptan evet, şeklinde, anti demokratik ve gerilimli, çatışmacı bir anlayışla ülke yönetiliyor. Ortamı gerdiniz mi, gerdiğiniz ortamdan etkilenirsiniz. Bu çok basit bir kural.
Kaldı ki, siyaseti çatışma üzerine kurduktan sonra “gel anayasa yapalım” demek kadar saçma bir davranış olabilir mi?
Daha da kötüsü, “Anayasaya sadakatten ayrılmayacağım” diye yemin ettikten sonra, Anayasa’nın yetkilendirdiği en üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamak, ötesini berisini kaşımak, yandan dolanmak olur mu?
50+1’de anayasanın kuralı.
“Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uyulur” diyen de gene “sadakatle bağlı kalacağınıza söz verip yemin ettiğiniz” aynı anayasanın kendisi. İktidarın hangi yetkileri kullanacağını, Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğini ve hangi yetkilere sahip olduğunu belirten de yine Anayasa.
Toparlarsak; Türkiye, Tanzimat’tan bu tarafa Anayasa ve devlet yönetim sistemiyle uğraşıyor.
Bey, boy, aşiret, kabile kültürüyle varlık göstermiş bir toplum, bu kültür damarı üzerinde tarih boyunca yürümüş, devlet kurmuş, yıkmış, iktidarı bölüşmemiş, bölüşmemek için de kardeş katline rıza göstermiş, dolayısı ile kendini mutlu edecek modern siyasal sistemlere uymakta zorluk çekiyor.
Halen daha kendi yaptığı, uyacağına yemin ettiği anayasayı değiştirmeye, yine 2017’de kendi yayıp kendi kurduğu “Partili Cumhurbaşkanlığı” sisteminin seçilme yeterliklerini fazla buluyor.
Bu gidişle biz, nerede duracağız ve nasıl doyum alacağız? Dünyaya bakın bakalım. Bize benzeyen başka bir ülke var mı?